YAZARLAR

Oyları değil egoları yüksek...

Pazartesi günü yayınlanan yazımda Davutoğlu’nun Kemal Kılıçdaroğlu ile yan yana gelmesinden ve Erdoğan’la veremediği pozu devlete terörist diyen Canan Kaftancıoğlu’yla vermesinden bahsetmiştim.

Muhammet Affan Polat
Muhammet Affan Polat[email protected]

Pazartesi günü yayınlanan yazımda Davutoğlu’nun Kemal Kılıçdaroğlu ile yan yana gelmesinden ve Erdoğan’la veremediği pozu devlete terörist diyen Canan Kaftancıoğlu’yla vermesinden bahsetmiştim.

Altına onlarca yorum geldi. Eleştirenler de oldu tebrik edenlerde. Edep dairesi içerisinde yapılanların hepsi başımın üstüne…

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki o yazıyı nefret ve ihanet suçlamasıyla yazmadım.

Hem Davutoğlu’nun hem de Babacan’ın kaç tane parti kurdukları, parti logolarını ne yaptıkları, parti binasını nerede tuttukları inanın zerre-i miskal umurumda değil.

Bu memlekette herkes özgür. İsteyen parti kurar, isteyen turşu kurar. Tüm bunların benim için sıradan bir haberden farkı yok.

Şimdi soracaksınız…

E peki madem sıradan bir haberden farkı yok da ne diye ikinci kez aynı konuyu yazıyorsun?

Yazıyorum çünkü Davutoğlu ve Babacan yalnızca yeni birer parti kurmakla kalmıyor aynı zamanda bu hareketin içinden çıkacak olanlara hiçbir şekilde yakışmayacak tutumlar da sergiliyorlar.

Geldikleri yeri unutup AK Parti seçmeninin gözünün içine baka baka onları kandırmaya çalışıyorlar.

Nasıl mı?

İkisi için de birkaç örnek vererek konuyu uzatmadan kapatacağım.

Bir önceki yazıda Kaftancıoğlu ve Kılıçdaroğlu ile poz vermesinin Davutoğlu’nun ‘duruşuna’ yakışmadığını ifade ederken o karenin çekildiği gün yapılan konuşmalardan bahsetmeye vakit bulamamıştım.

Davutoğlu o fotoğrafın çekildiği gün yaptığı konuşmanın her iki cümlesinden birinde ‘düşünce özgürlüğü’ dedi.

Ekonomiye, toplumsal sorunlara ve siyasete dair ne varsa hepsini fikir özgürlüğüne bağladı.

Eğer fikir özgürlüğü yoksa hiçbir şey yoktur demeye getirdi lafı.

Peki hakikatten Türkiye’nin, Davutoğlu’nun söylediği gibi 'fikir özgürlüğü' diye bir sorunu var mı gelin birlikte bakalım…

Aslına bakarsanız bu ülkede düşünce özgürlüğünün var olduğuna dair en büyük örnek Davutoğlu’nun bizzat kendisi.

Fikir özgürlüğü yok dediği ülkeyi yöneten partiden hür iradesiyle ayrılarak özgürce kendi partisini kurmaya girişen Davutoğlu, bu ülkenin siyasetinde fikir özgürlüğü olduğunun en güzel kanıtı değil mi?

Peki manzara buyken Davutoğlu ne diye ‘fikir özgürlüğünden’ dert yanıyor?

Ben söyleyeyim. Yarası var da ondan…

Hatırlarsanız AK Parti’yi eleştirdiği konuşmalarında sanki istişarelerden onun istediği sonuç çıkmak zorundaymış gibi ‘Ben söyledim dinlemediler’ diyerek AK Parti'de istişare kültürünün bittiğini her çıktığı yerde söyleme ihtiyacı hissediyordu.

Halbuki yeni hükümet sistemi hakkındaki endişelerini bizzat Erdoğan’ın yanına giderek anlattığını yine kendisi söylemişti.

Şimdi ben siz kıymetli okuyuculara soruyorum.

İstişare kültürü olmayan bir lider, Ahmet Davutoğlu’nun görüşme talebini kabul edip dinler miydi?

Bilakis Erdoğan, söyleyeceklerine kıymet verdiğinden kendisini kabul etmiş ve fikirlerini dinlemiş. Lakin bu, son tahlilde Davutoğlu’nun söylediklerinin kabul göreceği anlamına gelmiyor.

İstişare yapılır ve bir karar alınır.

Alınan karar Davutoğlu’nun istemediği şekilde de olabilir ve bu gayet tabidir.

Lakin Ahmet Hoca tüm bu yaşananları unutup sırf kendi istediği olmadı diye kendisini başbakan yapan lidere ve partiye vefasızlık göstererek ‘AK Parti'de istişare diye bir şey kalmamış’ gibi basit bir algı oyunu yapıyor. 

Fikir özgürlüğünden bu kadar yakınmasının arkasındaki temel saik de bu olsa gerek...

Seçmenin gözünün içine baka baka kendi egolarını tatmin etmeye çalışıyorlar.

Aynısını yapan bir diğer isimse Ali Babacan…

Babacan’da çıktığı ilk eli yüzü düzgün televizyon programında Abdullah Gül ile olan ilişkisini inkâr etti.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı görevini bıraktıktan sonra aktif siyasete veda ettiğini hatırlatarak kendilerine liderlik değil ağabeylik yaptığını söyledi.

Lakin ben sayın Babacan’a hatırlatmak isterim.

Aktif siyaseti bıraktığını iddia ettiği Gül, yaklaşık bir yıl önce eğer ‘yeterli mutabakat’ sağlansaydı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına HDP, CHP ve İYİ Parti’nin ortak adayı olarak çıkacaktı?

Kusura bakmayın da bunun adı aktif siyaseti bırakmak değil.

Bunun adı nefsi haddini aşmış bir egoistin kendisinden müsaade isteyen yol arkadaşlarına karşı sinsice onlara kafa tutacağı günü beklemesidir.

Bu Babacan’ın ilk aldatmacası olarak kayıtlara geçti.

Babacan’ın bir diğer aldatmacası ise ekonomi hakkında söyledikleriydi…

Ekonominin kendi döneminden sonra bozulduğunu ima etti Babacan.

O dönemde neler olmuş diye baktığınızdaysa yaşanan her hadisede ABD ile ilişkilerin sürekli gerildiğini görüyorsunuz.

Bardağı taşıran son nokta olarak güneyimizde kurulmak istenen terör koridoru, 15 Temmuz hain darbe girişimi ve batıya karşı korunan milli menfaatlerimiz karşınıza çıkıyor.

Babacan çıktığı yayında kendi döneminde yaşanmayan fakat kendinden sonraki dönemde zuhur eden tüm bu hadiselere rağmen ekonominin nasıl düzeleceğine dair somut bir şey söyleyemedi.

Zira Babacan bu senaryoda hiç oynamamıştı…

Ali Bey maalesef, milli menfaatlerini korumak istediği için ABD ve batı bloğuyla arası bozulmuş bir ekonominin nasıl yönetileceğine dair herhangi fikre sahip değil.

Ki zaten Erdoğan kendisini çağırarak sorun varsa birlikte çözme teklifini sunmuştu.

Fakat Ali Babacan bunu kabul etmedi.

Belki de ABD ile ters düşmüş bir ekonominin altına girmeye gözü yememiştir ha ne dersiniz?

Ne de olsa bekara karı boşamak kolay...

MUHAMMET AFFAN POLAT/NETHABER

Yorumlar 2 Yorum