Ömer'lere Abdulmecit'lere gölge etmeyin!
Günlerdir şahsi olarak halkın gözünde herhangi bir kıymeti olmayan, hatta birçoğu zaten daha önce görevden alınan isimlerin AK Parti’den istifaları haber oluyor. Onlardan bir tanesi geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada istifasını bildirirken aynı zamanda oğluna verdiği Tayyip isminden dolayı pişmanlık duyduğunu, artık oğluna bu isimle hitap etmeyeceğini söyledi.
Günlerdir şahsi olarak halkın gözünde herhangi bir kıymeti olmayan, hatta birçoğu zaten daha önce görevden alınan isimlerin AK Parti’den istifaları haber oluyor.
Ali Babacan’la başlayan furya, henüz parti üyesiyken 'ben ağzımı açarsam' mahiyetinde tehditler savurması sebebiyle istifası istenen Davutoğlu ile başka bir boyuta evirildi. Son olarak sokakta yürüse bakkalın, marangozun, çaycının ismini dahi bilmeyeceği tipler de istifalarıyla gündem olma hevesiyle piyasaya çıkıverdi.
Hepsi sosyal medya hesaplarından birer hakikat timsali edasıyla ahkam keserek istifalarını açıklıyorlar. Lakin bazıları var ki yalnızca siyasi bir karar almakla kalmıyor aynı zamanda, eğer varsa, davasına ve beraber yol yürüdüğü yol arkadaşlarına vefasızlık da yapıyor…
Onlardan bir tanesi geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada istifasını bildirirken aynı zamanda oğluna verdiği Tayyip isminden dolayı pişmanlık duyduğunu, artık oğluna bu isimle hitap etmeyeceğini söyledi.
Burada bir es verelim, tekrar dönmek üzere…
***
Yıl 1976.
Lise ve üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında birçok faaliyette görev alan Recep Tayyip Erdoğan, siyaset hayatına ilk adımını atarak Milli Selamet Partisi Beyoğlu gençlik kolları başkanı seçilir.
Devam eden süreçte gösterdiği başarılar sebebiyle kısa sürede takdir toplayan Erdoğan, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu ilçe başkanlığına, 1985 yılında ise İstanbul il başkanlığına layık görülür.
Geçen süreçte merhum Necmettin Erbakan’la yakın çalışma ortamı bulan ve 1994 yılında yapılan yerel seçimlerde Refah Partisi İstanbul adayı olarak halkın karşısına çıkan Erdoğan, bütün algıları ters yüz ederek anketlerin tahmin edemediği bir sonuca imza atar.
Başkanlığı döneminde ülke çapında tanınan bir siyasetçi olmayı başaran Erdoğan, 1999 yılında kendisi hapisteyken kurulan Fazilet Partisi’nden ayrılır ve yıllardır beraber yol yürüdüğü hocası Erbakan’a kırgınlıklarla birlikte veda eder…
Erdoğan’ın 2001 yılında kurduğu AK Parti ise ilk seçimde tek başına iktidar olmayı başarır ve artık Türkiye bambaşka bir döneme girmiştir.
Uzatmadan ilk konumuza dönelim.
Ne diye anlattık bu kadar meseleyi değil mi?
Açıklayayım efendim…
Tüm çekişmelere, tartışmalara, ayrılıklara ve kırgınlıklara rağmen Tayyip Erdoğan, şimdikiler gibi, birlikte yol yürüdüğü, hocası kabul ettiği ve gönül bağı kurduğu Erbakan’ın ismini 1981 yılında doğan oğluna vermekten hiçbir zaman pişman olmadı.
Bilakis, hocasını hayırla yad etti. Erbakan da fikirlerini ve yollarını ayıran eski talebeleri ‘yenilikçilere’ evlatlarım diye hitap ederek ‘’Onlar iyi niyetli insanlar. Türkiye’ye hiçbir zaman bilerek kötülük yapmazlar.’’ demekle yetindi.
Çünkü neydi dava?
Yalnızca siyaset demek değildi…
Dava dostluktu…
Dava yol arkadaşlığıydı…
Dava vefaydı, hasbilikti, samimiyetti…
Sanırım Sayın Erdoğan’ın, istifasını açıklayan bu isimlere niçin davaya zarar veriyorlar dediğini daha iyi anlamışsınızdır.
Şimdi…
Oğluna Tayyip ismini verdiğinden dolayı pişman olan, kandırıldığını söyleyen ve ona bu isimle hitap etmeyeceğim diyen vatandaşa gelince…
Umarım yolun bir gün Fisitin’e düşer ve oradaki insanların ‘Tayyip’ ismini duyduğunda gözlerinde Zeytin Dağı kadar büyüyen umuda şahit olursun…
Umarım Aksa’nın sokakarında gezerken Türkiye’den geldiğini söylediğinde, heyecanla sorulan ‘Tayyip Erdoğan da geldi mi?’ sorusuna muhattap olursun…
Umarım kilometreler ötesinden, ''Allah’ım Tayyip’e yardım et.'' diye edilen dualara ortak olursun…
Belki o zaman evladına bu isimle hitap etmekten vazgeçmek yerine onunla gurur duyarsın.
İyisi mi şimdi usulca çekilin kenarlarınıza. Ömer’lere, Abdülmecit’lere gölge etmeyin başka ihsan istemez.
Zira söylendiği gibi evvel refik, badel tarik…