Ekrem İmamoğlu o hareketiyle kime ne mesaj verdi?
Ekrem İmamoğlu, salak bir insan değil. Nerede ne yapacağını bilemeyecek kadar patavatsız ve görgüsüz biri de değil. Fatih Sultan Mehmet'in kabrinde ellerini arkadan bağladı çünkü bir mesaj vermek istedi. Seçildiği akşam zaferini '145 yıllık demokrasi mücadelesi' diye anlatırken kimlere mesaj gönderdiyse, yine onlara mesaj gönderdi....
Küçüktüm...
Fatih'te sabah namazının ardından her gittiğimizde uyuduğumdan sebep kaç dakika sürdüğünü bilmediğim sohbeti dinler sonra da Yavuz Sultan Selim'in türbesine ziyarete giderdik.
Yavuz Bahadıroğlu'ndan okuduğum satırların vermiş olduğu 'ecdad' bilincinin üzerine orada gördüklerimde eklenince 'tarih' şuurum şekillenmeye başlamıştı.
Ne mi görmüştüm orada?
Türbeye iki büklüm girenlerin saygıda kusur etmemek maksadıyla sırt dönmeden geri adımlarla çıktılarına şahit oldum.
Tüm ölmüşlere saygıda kusur etmemek şöyle dursun, orada yatanın yalnızca geçmiş dönemlerde yaşamış bir hükümdar olmadığını, onun bir İslam halifesi olduğunu ve orada yalnızca bir faninin mezar taşının değil aynı zamanda bir dava taşının dikili olduğunu herkes gibi ben de fark etmiştim.
Herkes gibi...
En azından biz gibi olan herkes gibi...
Bu yaşadıklarım, bizim mahallede çok da garipsenecek bir hadise olmamakla birlikte, vatana, millete, devlete ve tarihe hürmette kusur etmeyen herkesin çocukluktan emdiği mana pınarlarıdır.
Anlayacağınız hayatın olağan akışı ve olması gerekenlerdir...
Ayrıca bizim oralarda, mukaddes bilinen kıymetlere ve Allah davasını tüm cihana duyurmak maksadıyla O'nun izinde kıtalar fethederek tarihimize şan vermiş ecdadımıza uzanan eller kırılır, saygıda kusur edenlerle dostluk kurulmaz, hatta böyle biri ile karşılaşıldığında mümkünse kovulur!
Zira İstiklal şairimiz Mehmet Akif merhumdan okuduğumuz mısralar bize öyle söylüyordu ki:
''Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım!...
Boğamazsın ki!
Hiç olmazsa yanımdan kovarım.''
Sanırım bugünlerde birilerini yanımızdan kovma vaktimiz gelmişe benziyor.
Aslında hiç yanımıza sokmamamız gereken fakat bizzat kendi tercihimizle soktuğumuz birilerinden bahsediyorum...
Kim olduğunu anlamışsınızdır herhalde.
Bildiğiniz üzere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu geçtiğimiz günlerde Şehr-i İstanbul'un fatihi, Sultan Mehmet Han'ın kabrine edebini kapıda bırakarak girdi ve babasının tarlasında gezer gibi elleri arkada tur attı.
Sosyal medya bunu saygısızlık olarak addetse de ben kesinlikle böyle olduğunu düşünmüyorum.
Zira yazının başından beri anlattıklarımdan maksadım, bu topraklarda bizimle aynı atmosferi soluyan hiç bir Allah kulunun böyle bir saygısızlık etmeyeceğini, edemeyeceğini anlatmaktı.
Peki o hareketin sebebi neydi?
Kesinlikle bir 'intikam voltası'ydı...
Ekrem İmamoğlu, salak bir insan değil. Nerede ne yapacağını bilemeyecek kadar patavatsız ve görgüsüz biri de değil.
Orada ellerini arkadan bağladı çünkü bir mesaj vermek istiyordu.
Seçildiği akşam zaferini '145 yıllık demokrasi mücadelesi' diye anlatırken kimlere mesaj gönderiyorduysa, yine onlara mesaj gönderiyordu.
Ne oldu 145 yıl önce?
Sultan Abdülaziz, bilekleri kesilerek öldürüldü ve aradan geçen kısa bir sürenin ardından tahta, Sultan Abdülhamid çıktı.
O gün bugündür mücadeleleri devam ediyor...
Kiminle?
Bizzatihi bizimle!
Tarihimizle!
Yok ettikleri dilimizle!
Okutmamak için kitaplarını yaktıkları dinimizle!
Manasını kaybettirmek maksadıyla Türkçe okutmaya çalıştıkları ezanımızla!
Kılığımızla, kıyafetimizle!
İşte beyefendinin 'intikam voltası' da tüm bu mücadelenin tezahürüydü...
Fakat ben Ekrem İmamoğlu'nun yaptığına şaşırmadım.
Asıl şaşırdığım buna şaşıranlar oldu...
Sahi yahu, siz ne bekliyordunuz Allah aşkına?
CHP'nin içinden çıkan birinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin evveliyle barışık olmasını mı bekliyordunuz?
Eyüp Sultan'a girip sizin gözünüze soka soka Kur'an okuduğu için asli gayesinden vaz mı geçecek sanıyordunuz?
Testi kırılmadan önce kırk kere söylediysek de şimdi tekrar tekrar söyleyelim...
Unutmayın!
Sandık kurulmadan önce sizin gözünüzü boyamak için eline Kur'an alıp okuduğunu gösterenler, şeyhlerle kol kola girip devlet kuran, sonra onlara hitaben 'Burası şeyhler, müritler ülkesi olamaz!' diyenlerin devamıdır...
Seçimden önce cami cami gezip bakın ben de dindarım görüntüsü vermeye çalışanlar, meclis açılışında kurban kestirip ardından o meclisin kürsüsünden aynen şu ifadeleri kullananların izinde yürüyenlerdir:
TBMM açılış konuşmasından:
''Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.''
***
Vallahi açıkçası lafı çok uzatmaya niyetim yok. Hoş bu lafların devamı da kanunla korunuyor ya neyse...
Ha...
Ama derseniz ki, ''Be kardeşim, uzun uzun anlatmışsın da hele bir kısasını söyle bakalım ne senin derdin?''
Hemen söyleyeyim efendim, kısaca şöyle ki:
Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsini sevdiğim döner dolanır yine cinsine çeker...
Vesselam!