Fatih Altaylı, yaptığın ayıp!
Fatih Altaylıya, sen de geldiği noktanın ağırlığını taşıyamayan, nankör, burnu ağrı dağı ile yarışacak kadar büyümüş, ego patlamasından muzdarip, nevri dönmüş, amipgillere mensup, iki kelime arasına reklam alacak kadar, eeee... demeden konuşamayan medya mahlukusun dese, ayıp etmiş olur mu?
Bizim ülkemizde olgunluk, ustalık diye bir kavram vardır. Olgunlar, ustalar yaşamın kendilerine kattıklarından dolayı daha iyi bilirler, daha iyi oturup kalkarlar, daha iyi konuşurlar.
Belki de, Mevlana Celalettin’in “hamdım, piştim, yandım” sözü anlatmak istediğimin en doğru özetidir.
“A be beyinsiz! Fazla hakaret etmeyeyim bu beyinsiz bile sana iltifat olacak, yaşam formusun aslında. Bunları konuşmadığın için bugün elinde avucunda ne varsa Katarlılara falan satıyorsun, bunları konuşmadığın için pandemiyle ilgili acaba Çin'den mi aşı gelir, Amerika'dan mı, Almanya'dan mı gelir diye konuşuyorsun.
Bunları konuşmadığın için böyle bir mesaj çeken ahmaklar sürüsüyle muhatap olmak zorunda kalıyoruz. Bunları konuşacağız kardeşim. Pandemi konuştuğumuz zaman diyorsunuz ki "vay pandemi konuşmak için hangi mihraklardan emir aldınız?"
Size kalırsa hiç konuşmamak lazım. Allah'tan sizi takmıyoruz biz. Çünkü adam olmadığınızı düşünüyoruz. O yüzden bizi seyretmeyin kardeşim gidin pandemi, ekonomi seyredin. Survivor falan seyredin, magazin programı seyredin.
Beni seyretmeyin asabımı bozmayın. Gerçekten sinirleniyorum. Sizlerle aynı havayı solumaktan dolayı mutsuz oluyorum. Çünkü gerçekten dünyanın kısıtlı kaynaklarını sizin gibilerin tüketmesine üzülüyorum.
Bunları konuşacağız biz çünkü belki sizin çocuklarınız insan gibi yaşarlar. Sizin çocuklarınız belki başka uluslarının sermayelerinin yanında çalışmak zorunda kalmazlar. Sizin için değil çocuklarınız için konuşuyoruz tamam mı aptallar?"
Bu dengesiz, zehir zemberek, hakaretin eli tonunu taşıyan sözler kime ait?
Şöyle böyle 40 yıllık gazeteci, radyocu, televizyoncu ve medya yöneticiliği yapmış, hemen hemen, öyle ya da böyle bütün televizyonlarda, bütün gazetelerde çalışmış Mevlana’nın sözüyle anlatırsam, hammış, pişmiş, en azından pişmiş olması gereken, Fatih Altaylı‘ya.
Peki bu sokakta söylenseydi esaslı bir dayak sebebi sözler kim için sarfedilmiş? Altaylı’nın bir izleyicisi için. İyide neden söylenmiş?
Fatih Altaylı’nın izleyicisinin "teketek" programına sosyal medya aracılığıyla “Dünya pandemiye ekonomiyi konuşurken sen kimden emir alıyorsun da milletin kafasını bulandırıyorsun Mars'a hanginiz gittiniz de bunları anlatıyorsunuz” sözleriyle katılma isteği üzerine.
Kafamda kelime olup dökülmek için birbirleriyle kıyasıya yarışan sorular...
Fatih Altaylı gibi gazetecilik adına kemale ermiş (kariyere ve yaşa bakıldığında kemale ermiş olması gerekir) bir insan üstelik, Murat Bardakçı‘dan yürütme bir tavırla ( Habertürkteki tarihin arka odasını takip edenler bana hak vereceklerdir) yakışıksız hatta ayıp kabul edilecek bir duruma neden düşer?
Bu davranışının izleyicileri tarafından, ekran başı kabadayılı, olarak görüldüğünün farkında değil midir?
Köşe yazarının, gazetecinin veliinimeti, ekmek kapısı okurlarını, izleyicilerini hor görmesi hangi ruh hali ile açıklanabilir?
Kendisine beyinsiz, yaşam formu, aptal, ahmak, adam değilsin kelimeleri ile dolu cümlelerle hakaret edilen izleyicinin Fatih Altaylıya, sen de geldiği noktanın ağırlığını taşıyamayan, nankör, burnu ağrı dağı ile yarışacak kadar büyümüş, ego patlamasından muzdarip, nevri dönmüş, amipgillere mensup, iki kelime arasına reklam alacak kadar, eeee... demeden konuşamayan medya mahlukusun dese, ayıp etmiş olur mu?
Aynı izleyici yine Fatih Altaylıya, madem hoşlanmıyorsunuz o zaman programınızı sosyal medyaya kapatın yada sosyal medyadan gelen her yoruma sazan gibi atlamama hakkınızı kullanın, tavsiyesinde bulunsa hata yapmış sayılır mı?
Şeyh Edebali 700 yıl önce değilde bugün yaşasaydı ve Fatih Altaylı’nın söz konusu programını izleseydi acaba şu sözleriyle serzenişte bulunur muydu?
“Ey Fatih Altaylı, artık mesleğinin zirvesinde’sin!
Bundan sonra öfke bana, uysallık sana.
Gücenme bize, gönül alma sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana...
Sabretmesini bil, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı
Allah yardımcın olsun…
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın!
Ama, bunları nerede nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârında savrulur gidersin.
Öfken, nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olmalısın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir.
Bütün bilinmeyenler, fethedilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlâklı olursan gün ışığına çıkacaktır...
İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma...
Unutma ki yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir...
Fatih Altaylı’nın Katar menşeili yatırımların, elinde avucunda olanı satmak değil yabancı sermaye girişi olduğunu bilmemesi ayrı bir yazının konusu.
Bugün Fatih Altaylı için söyleyeceğim son söz Mevlana’dan, kendileri hammış, pişmiş ve her ne olmuşsa nihayetinde galiba beyni yanmış.