YAZARLAR

Bir bardak çayın 40 dakika hatırı var

Dobra nenelerin, eski tüfek dedelerin, eşlerinin arkasında kale gibi duran kadınların, Karadeniz kadar hırçın ama yine Karadeniz kadar vefakar iri burunlu adamların, deli fişek uşakların ve güzeller güzeli paçilerin (genç kız) deyimin anlamına taş çıkartırcasına, yalnız alınlarının teriyle değil bütün vücudunu sırılsıklam ederek topladıkları çayın hikayesi nasıl?

Kazım Köse
Kazım Köse[email protected]


Rizeli olduğumu öğrenenler bir tutam sohbetten sonra, söz birliği etmiş gibi şu üç soruyu soruyorlar.

Birincisi, siz Rizeliler oturup sabahtan akşama kadar fıkra mı yazıyorsunuz? Bu milyonlarca fıkra nereden çıkıyor?

İkincisi, Rizeliler'in burunları neden son derece haşmetlidir?

Üçüncüsü, yapraktan bardağa çayın hikayesi. Yapraktan bardağa çayın hikayesine birazdan döneceğimi not düşerek, ilk iki soruyu soranlara yanıtladığım şekliyle, bir de sizin için cevaplayayım.

İlk soruya verdiğim ukalaca yanıtım, tamam itiraf edeyim, ikinci sorunun cevabı‘da ukalalıkdan çok fazla nasiplenmemiş değil. Bizlerin günlük konuşmalarının komik olan bölümlerine, sizler fıkra diyorsunuz.

Yani, Rize de fıkra yazılmaz yaşanır.

Haşmetli burun, bizim burun büyüklüğümüz dışımızda, başkaları gibi içimizde değil. Ya sıcakken serinleten, soğukken ısıtan, dobra nenelerin, eski tüfek dedelerin, eşlerinin arkasında kale gibi duran kadınların, Karadeniz kadar hırçın ama yine Karadeniz kadar vefakar iri burunlu adamların, deli fişek uşakların ve güzeller güzeli paçilerin (genç kız) deyimin anlamına taş çıkartırcasına, yalnız alınlarının teriyle değil bütün vücudunu sırılsıklam ederek topladıkları çayın hikayesi nasıl?

Önce TRT, ardından özel kanallar, şimdi de sosyal medya. Artık hiç kimse çayı ağaç olarak hayal etmiyor.

Çocukken, Çaykur'da teknisyen konumunda çalışan bir Ankaralı ağabey, annesinin sözlerini aktarmıştı. Mektup Seyrüseferinin saltanat sürdüğü yıllar. Annemiz teknisyen abimize şöyle yazmış, " Oğlum sakın ha çay ağacına çıkma, düşerde bir tarafını kırarsın." Anne kalbi işte, evladı için her ortamda düşündüğü sıfır risk. Yıllar önce çoğu kişi tarafından bilindiği gibi çay bir ağaç değildir. Bırakırsan ağaç kadar uzayabilir mi? Evet ama eskiden elle, şimdi makasla yaprakları her sene toplandığı, belli aralıklarda köke yakın noktadan kesildiği için hiçbir zaman ağaç olma içgüdüsünü hayata geçiremez.

Çayın toplanma açısından ideal boyu bel hizası olmalı. Kısa olursa beliniz, uzun olursa sırtınız ağrır.

Rize için ekonomik mucize yeşil bitkinin bardağa tavşankanı olarak dökülen kısmı en uç kısımdaki 4-5 yapraktır. Hemşerilerim ona filiz der. Her bitkinin filizi olur fakat Rizeli için filiz dendiğinde akla ekmek parası, uşağının, paçisinin düğün gideri, çayın filizi gelir.

O nedenledir ki memleketimde yaşı 50’nin altında bir çok kadın, bir çok paçi filiz ismini taşır. Yani binlerce Rizeli Allah’ın nimeti ekmek parasının adını, Allah’ın diğer nimeti evladına isim olarak vermiştir.

Çayı toplarken mutlaka ıslanırsınız. Yok yok öyle sürekli yağmur yağdığından değil. Evet memleketimde bolca yağmur yağar ama tek sebebin bu olduğunu düşünmeyin.

Çay, yağmur çamur beklemez, onu her halukarda toplamak zorundasınız. Yağmurlu havada toplarken yağmurdan, güneşli havada toplarken terden ıslanırsınız.

Yani mübarek, burnundan kıl aldırmaz. Vaktini geçirdiniz mi, bizim oranın deyimiyle kartlaşır ve ekonomik değerini kaybeder.

Topladığınız iş bitti mi? Hayır bitmedi.

Emeğinizi, çaylığınıza ortalama 1 km uzaklıktaki çay alım yerine götüreceksiniz. Tabii ki, dolar mı desem, enflasyon mu desem onlar gibi sürekli, inip çıkan kotadan ve kontenjandan fırsat bulduğunuz ölçüde.

Artık üreticinin işi bitmiştir ama çayın yolu çay fabrikasına doğru devam eder. Peki fabrikada ne yapılır?

Rizeli'nin yeşil emeği olarak fırına giren çay, fabrikanın siyah ürünü olarak çıkar. Ardından paket, market ve lezzeti demleme ustalığınıza kalmış şekilde bardağınıza.

Bir de istatistikler çay hakkında neler söylüyor ona bakalım...

Türkiye’de çay, günlük 245 milyon bardakla, sudan sonra en çok içilen içecek.
Her 100 kişiden 96’sı çay içiyor.
Yıllık kişi başı, 3.1 kg ile dünyanın en çok çay içilen ülkesiyiz. Bu da yılda yaklaşık kişi başı 1300 bardak çaya denk geliyor.
Çay üretiminin %80’i Asya’da gerçekleşiyor. Türkiye; Hindistan, Sri Lanka, Kenya’dan sonra toplam üretimin yüzde 6’sına sahip.

İşin özünü şöyle anlatayım...

Bilirsiniz, Nazım Hikmet Abidin Dino'ya, "Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?" sorusunu yöneltmişti. Elbette ki Abidin Dino'da mutluluğun resmini yapamamıştı. Üstat şair eğer sorusunu, "Sen güzelliğin resmini yapabilir misin Abidin?" şeklinde değiştirseydi; eminim üstat ressam, güzelliğin tablosunu, yeşil bitkinin içerisine serpilmiş, ortası sarı çenekleri beyaz çiçeklerle süslenmiş çay tamlisinin görüntüsünü tuvale dökerdi.

İsmail Türüt’ün, Türkiye çapında İsmail Türüt olmadan önce çıkarttığı kasetini anımsıyorum. O çalışmadaki bir türkünün, Rizeli'min çayla hikayesini gayet iyi anlattığı kanaatindeyim. “Çay parası çok tatlı, evi yaptık beş katlı. Yalın ayak gezen köylü, geziyor kravatlı.”

Evet çay Rizeli'nin 50'li, 60'lı yıllarda zenginlik, günümüzde ise en önemli geçim kaynağıdır. İyi de, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı olduğu ortamda, bir bardak çayın 40 dakika hatırı olması da neyin nesi?

Kızmayın, durum anladığınız gibi değil. Çay öyle bir içecektir ki, insanlar ağırlıklı olarak her 40 dakikada 1 çay içiyorlarmış. Bir bardak çay içiyorsunuz, 40 dakika sonra bir bardak daha. Sonuçta ne oluyor, ilk bardağın 40 dakikalık hatırı yerini ikinci bardağa bırakıyor.

Yorumlar 5 Yorum