Mülteciler de insandır
Adil Gür’ün yaptığı araştırma ile Suriyeli mülteciler konusu tekrardan alevlendi. Gönderilip gönderilmemeleri ile alakalı referanduma gidelim diyenler bile oldu.
Adil Gür’ün yaptığı araştırma ile Suriyeli mülteciler konusu tekrardan alevlendi. Gönderilip gönderilmemeleri ile alakalı referanduma gidelim diyenler bile oldu. Anketör Gür’ün saha araştırmasına göre; Suriyelilerin yüzde 44’ü oluşturulacak güvenli bölgeye gitmek istemiyor. Yüzde 30 kadarı da “Belki giderim, belki gitmem” diyor.
Geçen günlerde değerli dostum Ekrem Kubilay Karadeniz ile Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Av. Uğur Yıldırım ile röportaj yapmıştık. İzninizle bugün köşemi Suriyeli Mülteciler hakkında kafadaki bazı soruları ortadan kaldıracak olan röportaja ayırıyorum.
Konuyu özetleye özetleye yazarak derinliği bozmak istemedim. İyi okumalar sayın okur...
1-Mülteci Hakları son zamanlarda gündeme gelen hukuki kavramlardan biri. Mültecilerin artmasıyla, Mülteci Hakları konusu da gündeme gelmeye başladı. Size şöyle bir soru soralım, Mülteci kime denir, genel olarak sahip oldukları haklar nelerdir?
Şimdi, mülteci tanımı ilk 1952 yılında ki Cenevre sözleşmesinde yapılmış. Dini, ırkı, siyasi mensubiyeti, etnik kökeni, dolayısıyla ülkesinin himayesinde bulunamayan yahut bulunmak istemeyen kişiye mülteci denmiş. Bugün gelinen noktada ise, Dünya’da her ne kadar tanım içerisinde yer almasa da yaygın şiddet olayları ve savaş, dolayısıyla da yaşam hakları ihlal edilen insanların, zulümlerden kaçan insanları da mülteci kapsamında değerlendirebiliyoruz. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında çıkan kavram bu, ikinci dünya savaşında da ülkelerin özellikle Nazi soykırımı ile Yahudiler üzerinde de, malum kendi devleti himayesinde olamayan hatta devlet tarafından aranan insanlar, daha sonra ki dönemlerde de özellikle devletler kendi muhaliflerini, yani bugün Doğu Türkistan’dan yurt dışına çıkmış yahut Türkiye’de bulunan bir Türkistanlı nasıl muhalif oluyorsa veya bir Mısırlı Mısır’dan darbe sonucunda ülkesinden kaçtıysa, sonuç itibariyle muhalif olan insanların dünyada yaşayabilecekleri, tutunabilecekleri bir yer arayışına girmesi onları mülteci yapıyor. Benim mülteci tanımım ise, elinde ki çantaya belki bütün bir hayatını sığdırmak zorunda kalmış, istenmediği bir ülkeden başka bir istenmediği bir ülkeye savrulmak zorunda kalmış insana mülteci diyorum. Sonuç itibariyle, bir gün apansız ülkenizde bir darbe olur, işte ülkemizde 15 Temmuz’u yaşadık, bir gün önce kimse 15 Temmuz’un olacağını düşünmüyordu ve başarılı olsaydı belki bizde elimizde bir çanta gidecek bir yer arayacaktık, belki kaçak durumunda, muhalif durumunda kalacaktık. Aynı şekilde diğer ülkelerde de bu noktada muhalif durumunda kalmış veyahut da bir gün apansız savaş kapısına dayanmış, bombalar tepesinden aşağı inerken; evinden, eşinden, doğduğu topraklardan, yaşadığı yerden ayrılmak zorunda kalıp hayatını bir çantaya doldurup yola revan olmak zorunda kalmış insanlar mülteciler. Aslında, mülteci en başta insandır. Yani, mülteci hakları diye bahsettiğimiz şeyler aslında insan haklarıdır. Ama mülteci hakları diye konuştuğumuz zaman veya bunun üzerine vurgu yaptığımız zaman veyahut bu hakların sağlanması için çalıştığımızda kastettiğimiz şey şu, mültecinin içinde bir yabancılık var, yani aslında uluslararası emperyal düzenin çizmiş olduğu sınırlar, bize dayatılan o sınırların içinde olanların, dışında olanları istemeyişi, ırkçı, faşist yaklaşımı, sonuç itibariyle onları diğerleri yapan bir unsur. Diğerleri yaptığımız zamanda insan hakkı olarak saydığımız, bugün yaşam hakkı başta olmak üzere, çalışma hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı gibi en temel gıda, barınma hakkı gibi haklar aslında bugün mülteciler için bahsettiğimiz haklardır. Yani bunun çok daha ötesinde ki haklardan bahsetmiyoruz. Ama mülteciliği konuşuyorsak, mültecileri konuşuyorsak ‘ya işte biz iş bulamıyorken onlar iş bulmalı mı, çalışmalı mı, ben sigorta primi ödüyorum ama o prim ödemeden sağlık hizmetinden faydalanmalı mı, yahut sosyal yardımlardan faydalanmaması gerekir, benim kendi vatandaşım açken’ gibi direk milliyet üzerinden, cinsiyet üzerinden, fikir üzerinden, soydaşlık üzerinden mi artık ne derseniz deyin, bir ayrım yapılıp o insanların dışarı da bırakıldığı tüm haklar aslında mülteci haklarını kapsıyor. O yüzden ben çok çok ileri haklardan öte, bugün konuştuğumuz en temel haklardan bahsediyorum, en temel insan hakları aslında mülteci haklarıdır. Mülteci hakları bir insan hakkı. Aslında bir ayrım yok. Sadece biz, insan haklarının mülteci olunduğu için o insanlara reva görülmemesinden kaynaklı sıkıntılardan bahsediyoruz, buna mülteci hakları diyoruz işin açıkçası.
2-Türkiye Suriye savaşının başlamasından bu yana, Suriye’den gelen savaş mağduru mültecilere sahip çıkıyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin diğer ülkelere göre mültecilere daha çok sahip çıkmasının altında yatan sebepler nedir?
Şimdi, gerçekten de bugün Avrupa da ekonomik durumu iyi olan fakat 10bin 20bin mülteci geldiği zaman, ‘eyvah mülteci krizi’ diye bas bas bağıran ülkeler var Avrupa’da ve aslına baktığınız zamanda, bu ülkelere gittiğinizde, bu ülkelerde bir müddet yaşadığınızda, ekonomisinin de, insan istihdamının da yine mültecilere dayandığını, aslında mültecilerin onlar için bir dezavantaj değil, onu avantaj olduğu görülüyor. Çünkü para, sermaye, teknoloji, bunların her biri olabilir fakat iş gücü her zaman lazım olan bir şey, özellikle hizmet sektöründe. Bugün Avrupa’ya gittiğiniz zaman çöpünüzü toplayandan, çarşafınızı katlayana, resepsiyonda sizi karşılayandan otobüsünüzü sürene kadar aslında herkesin mülteci orjinli olduğunu görürsünüz, buda şunu beraberinde getiriyor; aslında bu savaşları, kıtlıkları, afetleri ortaya koyan, bundan en fazla nemalanan ve dünyanın en büyük silah tacirleri olan bu ülkeler, aynı zamanda kendilerine seçmece bir köle arıyorlar. Bu noktada da çok pragmatikler, yani bir şekilde Avrupa’ya gitmiş olan mültecilerin oraya adaptasyonu, orayla entegrasyonu ve orada onlardan bilfiil istifade etmek noktasında birçok sistem geliştirmiş durumdalar. Türkiye’nin burada yaklaşımı çok insani, vicdani. Gerçekten Türk insanı kapısına gelen aç olan, açıkta kalan kimseyi ne yolda bırakır, ne sokakta bırakır, ne aç bırakır. Devlet olarak da biz bunun karşılığını gördük aslında. Tabii, Kobane olayları zamanında günde 130bin kişinin sınırdan geçtiği oldu, insanların güvenlik kayıtları, parmak izleri dahi alınmadan geçirildiği zamanlar oldu. Yani Türkiye gerçekten büyük bir insanlık dersi verdi tüm Dünya’ya. Bence göç tarihi açısından içinde bulunduğumuz yüz yılın şartları göz önüne alındığında Türkiye gerçekten çok büyük bir destan yazdı. Bunu zaten yapmalı mıydı, böyle bir şeye kayıtsız kalabilir miydi? Kalamazdı, bizlere yakışmazdı. Biz, bize yakışanı yaptık. Ama şunu söylemek lazım belki, Avrupa’nın mülteci konusuna yaklaşımı çok pragmatik olmakla beraber bizimde bu konuda ki yaklaşımımız biraz romantik kaçtı tabiri caizse. Çünkü Türkiye’de gerçekten hem mevzuat anlamında hem hukuk hem mantalite anlamında hem bu kadar insanın uyum entegrasyon süreçleri ve diğer tüm iskan politikasından tutun birçok politikaya kadar aslında yürütülmesi gereken ve halen de eksik kaldığımızı düşündüğüm birçok noktada hala yapılması gereken çok şey var. Yani bugün Yunanistan’da, Almanya’da Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar mülteci barındıran ülkelerde göç bakanlıkları var en basiti, bizde yok. Siyasi bir karşılığı da yok. Bürokratik olarak Göç İdaresi Başkanlığı var ama, sonuç itibariyle bir sorun veya sorun potansiyeli olacak bu olgunun iyi idare edilebilmesi lazım. Ben şunu söyleyeyim, bu konuda ki uzmanların hep beraber söylediği bir şey vardır, göç tek başına ne iyidir, ne kötüdür, mühim olan süreci nasıl yönettiğinizdir. Bu süreci yürütebilmek adına daha bilgili, daha donanımlı, daha planlı yola çıkmamız lazım.
3- Avrupa Birliği’nin mülteciler ile alakalı çalışmalarını yeterli buluyor musunuz?
Aslında demin bir noktada açıklama getirmiş oldum. Avrupa’nın bu noktada ki yaklaşımı biraz pragmatik. Kendisine tamamen faydalı olabilecek olan insanları bu noktada değerlendirmeye yönelik, aslında dünya üzerinde ki mülteciler üzerine yaptığı yardımları veya fonlamaları da dikkat ederseniz onları bulundukları ülkelerde tutmaya yönelik çalışmalar yaptığını, mümkün olduğu kadar kendi ülkelerine gelmemesi için para harcadığını, hatta Frontex verilerine bakıldığında çok ciddi bir miktarda hem güvenlik anlamında hem de asayiş anlamında, bu geçişlerin önünde durulması noktasında ciddi paralar harcandığını görürsünüz. O yüzden Avrupa’nın değil dünyanın bir sorunu zaten bu. Yani, gelişmiş ülkeler bir yerde ki petrol kaynaklarını, yer altı zenginliklerini sömürmek için oraya savaş açtıklarında burada ki sivil insanların da kaderini etkilediğini ve sivil insanların da dönüp dolaşıp kendi başlarına sıkıntı olacağını hesap etmeliler. Bunu bugüne kadar hesapsız yaptılar, sıkıntı olacağını hesap edip şuan da o sıkıntıyı bertaraf etmenin hesabında Avrupa değişik yollarla. Ama insanlığın gereği bu değil.
4- Türkiye, yakın tarihine bakıldığında 1980li yıllarda Bulgar Türklerine kapılarını açmış. Yine, Uygur Türkleri, Afganlar, Azeri, farklı etnik gruplar ve son olarak Suriyeli mültecilere kapılarını açmış bir ülke. Bugüne bakıldığında, Türkiye’nin göçlere karşı uyguladığı politikalar da gelişme kat edilmiş midir?
Şimdi şunu söylemek lazım, bugüne kadar Suriye göçü, Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca aldığı göçlerin toplamından fazladır. Cumhuriyet tarihi boyunca evet Türkiye göç aldı ama bunların çoğunluğu da Türk asıllı soydaş dediğimiz işte Bulgar göçmeni, Boşnaklar, Çeçenler veya diğer etnik gruplar olsun, bu noktada dil avantajıyla beraber soydaşlık avantajı, sayı avantajı vardı diyelim. Sonuç itibariyle bugün 50binlik veya 100binlik bir göçü kontrol etmekle milyonluk göçü kontrol etmek arasında çok ciddi bir fark var. Bugün resmi sayılarla Suriyeli sayısı en son 3.622.000 bindi. Yani Türkiye bu noktada bambaşka bir bölüme geçti diyebiliriz mültecilik açısından. Aslında biz bugüne kadar birçok etnik kökenden, birçok unsurdan, birçok millet Türkiye olarak kucak açtık ama Suriye krizi ile birlikte Osmanlı İnterlandı dediğimiz aslında bizim şurada 100 yıl önce aynı toprakları paylaştığımız, şehitliklerimizde beraber kan döktüğümü, beraber yattığımız Şamlı, İdlibli, Azezli, Hamalı, Humuslu’dan bahsediyoruz. Iraklıları da unutmayalım, 400 - 600 bin civarında da Iraklı var ülkede. Ama tabi çok ciddi anlamda Arap kökenli bir göçle karşılaştık. Bu doğası itibariyle kendisinde ki farklılığı biraz daha net ortaya koyan, yine kültür veya gelenekler anlamında toplumla biraz daha farklı noktada duran ve bu noktada da eğer iyi bir politika üretilemezse bazı çatışmalarında yaşanabileceği riski içinde barındıran bir durum. Yani o yüzden Türkiye’nin geçmiş göç tarihi bizim misafirperverliğimiz veya insanları himaye etmemiz anlamında doğrudur, geçmişten gelen bir özelliğimizdir. Ama yeni göç dalgasıyla eskisini aynı kefede tutmamak, aynı şekilde değerlendirmemek, aynı sonuçları beklememek gerekir.