Bu yazıyı iyi oku Zafer Arapkirli!
Ezanda kulağı olmayanın depremde camiye sığınmaya yüzü olmaz. Bu söz böyle değildi biliyorum.
Ezanda kulağı olmayanın depremde camiye sığınmaya yüzü olmaz.
Bu söz böyle değildi biliyorum.
Fakat İzmir’de yaşanan deprem felaketinden sonra havsalamın almadığı insanlık ayıbı hadiseleri görünce insan düşünmeden edemiyor.
Bir musibetin bin nasihatten daha evla olduğu gerçeğini bile göremeyecek kadar basiretsiz ve küstah bir anlayışa sahip olanların depremi basit bir doğa olayı olarak görmüş olması hakikaten kan donduran ayrı bir gerçek olsa gerek.
Geçmiş yıllarda -ki benim dünyaya yeni geldiğim yıllar ve öncesinden bahsediyorum- devlet erkânının bu tür felaketlerin yaşandığı şehirlere üç gün sonra gitme lütfuna mazhar olduğu herkesin malumu.
Durum öyle olunca da insanlar geceyi ya sokaklarda geçirmek zorundaydılar ya da camilere sığınarak sabahlayacaklardı.
Nitekim de hep öyle olmuş.
Fakat 2020 yılının Ekim ayında karşımıza çıkan manzara insanı hayrete düşürecek cinsten.
Bilim adamları meydana gelen deprem için jeolojik bir sistematiğin zaruri ve kaçınılmaz sonucu deseler de bazı aklı evvellerin mevzu ettikleri konular ise başka hem de bambaşka.
Güya Rabbine teslimiyet hususunda toz kondurmayan dindar hem sofi zevatın derdi başımıza gelen bu felaketler hep zinadan ötürü türküsünde ısrarcı olmak iken karşı mahalleninkilerin şarkısı daha bir başka.
Görevliler göçük altında kalanları canhıraş biçimde kurtarmanın sancısıyla çabalarken betonlar arasından çıkardıkları her bir can için sevinç nidaları atılmasından rahatsızlık duyuyor olmaları akıllara ziyan bir anlayış.
Ne demek efendim kurtulan bir canın peşi sıra tekbir sesleriyle ortalığı inletmek. Ne demek muasır medeniyet seviyesine ramak kalmışken İzmir’in göbeğinde “Allah-ü ekber” diye bağırmak.
Bu hadisen çıkarılacak tek bir sonuç vardır o da şudur.
Başta cuma günleri olmak üzere kürsülerden vaaz eden hoca efendiler boşuna gırtlak patlatmasınlar.
İster inanmış olsunlar isterse ateist…
En büyük nasihatçi olan ölümle burun buruna gelmişken hala ibret alamamış olmak ne büyük bir nasipsizlik.
Başımıza gelen felaketlerin elbette ki bir imtihan olduğundan asla ve kat’a şüphemiz yoktur.
Fakat burada ele alınması ve mevzu edilmesi gereken asıl gerçek 21. yüz yılın Türkiye’sinde 6 şiddetinde bir deprem nasıl oluyor da günümüz teknolojisi ile yapılmış bir binayı kumdan bir heykelmişçesine yerle bir ediyor.
Evet, kumdan bir heykel maalesef…
Bütün mesele budur.
Yani?
Yanisi millet olarak kendimizi kanırmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?
Bir defa deprem denen olay yeraltındaki düzenin devamı için olmazsa olmaz fiziksek bir devinimdir ki yeryüzünde insanın yaşamadığı yerlerde dahi olmakta.
Bu da demektir ki insanların hatasından ötürü olmuş değildir.
Öyle olsa bazı ülkelerin çoktan yer ile yeksan olması gerekirdi.
Demek istediğim o ki enkaz altından çıkartılan canların parmak uçlarını paylaşıp Alllah-u ekber diye naralar atmak yerine Allah’ın ekber olduğunu ve bir gün ekber olan O Allah’ın her birimizi yaptıklarımızdan ötürü sorguya çekeceği düsturu ile hareket etmedikçe daha çok binalar yıkılır başımıza.
Müteahhit bizim köydenmiş, denetçiler bizim dernektenmiş, belediye bizim partidenmiş, mimar hemşehrimmiş diyerek hataları ve hatalıları görmezden gelmek, kendimizi ve gelecek nesilleri ateşe atmakla eş değerdir.
Hâsılı biz bu kafayla daha çok enkaz başında Allah-u ekber diye ünler ve sosyal medyada paylaşmak üzere tozlu bir elin çıkmasını bekleriz.
Ekber olan Allah encamımızı hayreylesin.