Tercihimiz korku veya hamaset olmamalı!
Profesör Ivan Pavlov her sabah olduğu gibi o gün de erkenden kalmıştı. Kahvaltısını yaptıktan sonra laboratuvarına doğru yola koyulmuştu.
Profesör Ivan Pavlov her sabah olduğu gibi o gün de erkenden kalmıştı. Kahvaltısını yaptıktan sonra laboratuvarına doğru yola koyulmuştu.
Laboratuvarın kapısını besmeleyle(!) açtıktan sonra gördüğü manzara karşısında adeta yıkılmıştı. Her taraf göle dönmüştü. Laboratuvarını su basmıştı.
İlk iş olarak denek hayvanlarını kurtardı. Hayvanlar çok korkmuştu, panik halindeydi. Kafeslerini parçalayacak gibi davranıyordu. Devamında da suyu tahliye etti.
Ortalığı temizledikten sonra denek hayvanlarının sayımını yaptı, hepsinin tastamam olduğunu görünce çok mutlu oldu.
Olan olmuştu bir kere. Gelen mala gelsin canım, hayvanlarıma bir şey olmadı ya diye kendi kendisini teselli etti.
Çalışmalara devam edebilirdi artık. Ama o da ne?
Hayvanlar daha düne kadar öğrettiği her şeyi unutmuştu ve verdiği komutlara tepki göstermiyordu.
“Laboratuvarda hayvanlar eğlensin diye Tele1’i açık bırakıyordum, hayvanların dimağı zehirlenmiş olmasın?” diye düşünürken hayvanların nefret dilinden anlamadığını hatırladı!
Hayvanların öğrendiklerini unutmasının sebebi Tele1 olamazdı!
Birden beyninde fikir şimşek gibi çaktı. Evreka diye bağırmaya başladı!..
Yok yok, evreka diye bağıran Arşimet’ti, karıştırdım!
Ivan Pavlov su baskını sonrası hayvanların öğrendiği şeyleri neden unuttuğunu bulmuştu:
“Korku, öğrenmeyi engelliyordu.”
*****
Kırklı yaşlarını yaşayan benim kuşağın, çocukluğu ve gençliği söz konusu bölgesel meseleler olunca “Aman ABD, İsrail, AB, Rusya… Ne der?” diye geçti.
Sonra 2002 yılında Ak Parti iktidarıyla tanıştık. İlk dönemlerde genelde bölgede uyumlu, sorunsuz gibi görünen ilişkiler yaşıyorduk ama her basit olayda bile toplumsal hafızamıza, daha doğru bir ifadeyle son birkaç asırda söyleye söyleye toplumsal genimize yerleşmiş “Aman ne derler?” korkusunu dilimizden atamıyorduk.
Devletin içine yerleşmiş ve neredeyse tüm milli reflekslerimizi bir virüs gibi sarmış Fetullah isimli haysiyetsizin çakalları gerçek yüzünü gösterince 3 bin yıllık devlet olma refleksi bu çakal sürüsünü devletten temizlemeye karar verdi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni nerdeyse içerden teslim almış Batı’nın kullanışlı casusları temizlenmeye başlanınca bölgesel sıkıntılarımız artmaya başladı. Üzerine birde “Bir Başbakana neler neler yaptılar”dan başka sermayesi olmayan stratejik akılsızlığın hataları da binince bölgemizdeki meselelerimiz artıyordu.
FETÖ unsurlarını yavaş yavaş kaybeden Batı, Türkiye Cumhuriyeti’nin politikalarını yönlendiremiyordu. Türkiye’ye ihraç ettiği diğer tohumların itibarını halk biliyordu.
En büyük problemimiz ise eski korkuların öğrenmeyi engelliyor olmasıydı.
Gezi kalkışmasını, 17/25 Aralık yargı darbesini, 15 Temmuz hain işgal girişimini, her türlü ekonomik saldırıyı yaşamış bir ülke, tüm bu travmalara rağmen Suriye adı altında Rusya ile çarpışıyordu.
Libya’da inisiyatif almıştı.
Mavi Vatan kavramı hayatımıza girmişti.
Karadeniz’de doğal gaz bulunmuştu.
Akdeniz’de doğal gaz ve petrol arama faaliyetleri yürütülüyordu…
Ve derken bölge dengeleri aleyhimize değişmeye başladı. Fransa tehditler savuruyor, Yunanistan cürmünü aşan bir hadsizlik sergiliyordu. Suriye’de bir PKK/PYD devleti kurulmak üzere, Mısır’la sorunlarda bir ilerleme yok, Arapların İsrail’in kucağıyla olan ilişkisi resmileşti, Libya’da durum sanki aleyhe dönmeye başladı, AB ambargoya hazırlanıyor…
Uzatmak mümkün…
Bu yazıyı yazma sebebime gelecek olursam…
Korkunun öğrenmeyi etkilediği doğrudur ancak korkunun panzehri hamaset olmamalıdır!
İfrat ve tefrit konusunda ayar tutturamayan bizim gibi toplumlar için gelişmenin önündeki en büyük engelin korkuyla hamasetin olduğunu düşünüyorum.
Ülke içindeki meselelerde olmasa bile bölgesel konularda Ak Parti ile -daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile- Ak Parti’ye yakın duran medya arasında hatırı sayılır bir uçurum var.
Sesi çok fazla duyulmayan ve her türlü saygıyı hak eden istisnalar lütfen üzerine alınmasın ama Yunanistan ile tırmanan gerilimde medyamızda hamasetten başka bir analize, tespite, teklife, çözüme, öneriye rastlamıyoruz. Ayağı yere basan değerlendirmeler yapılırsa daha sağlıklı olacaktır.
Erdoğan gitsin de ne olursa olsun diyen kullanışlı, satılık, felaket tellallarını zaten ciddiye bile almıyorum!
Kontrollü bir dozda milli duyguların okşanmasına itirazım olamaz ancak sabah akşam yapabileceklerimizin kudretini dinlemek, Çetin Altan’ın da dediği gibi “Türk’e Türk propagandası” yapmak bir raddeden sonra “aklı” zehirlemeye başlıyor.
Korkuyla hamaset arasında “akıl” paydasında buluşmak gerekiyor.
Gördüğüm, inandığım veya en azından belki de duygusal sebeplerle inanmak istediğim şu ki her ne kadar iç siyasette toplumun moral motivasyonunu üst seviyede tutmak adına zaman zaman hamasete kayabilecek açıklamalara rağmen Cumhurbaşkanlığı korkudan arınan, hamasete mesafeli stratejiler geliştiriyor.
Yakın zamanda farklı açılımların olduğunu görürsek şaşırmayalım. Devlet olma geleneğini bilen bir ülkenin ortaya alternatifsiz politikalar koymuş olabileceğine inanmıyorum.
Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgesel konulardaki tezlerimizin haklılığı yazı konusu değildir ancak; en basit özetle, hakkımız için göze alabileceğimiz en son raddeyi bizatihi devletin başı söyledi:
“Her türlü bedeli ödemeye hazırız!”
Madem en kötüsüne göze almaya hazırız, öyleyse ne “korkular” ne de “hamaset” aklımızı esir almamalı!
Erdoğan korkmamayı öğretmesine öğretti de, hamaseti kontrol altına almayı da bari biz öğrenelim!