Peki bu ülkenin isimsiz kadınlarını tanıyor musunuz?
Ak Parti Grup Başkanvekili Av. Özlem Zengin’in sözleri üzerine başlayan tartışmayı hatırlıyorsunuzdur. Bu yazıyı tartışmanın sıcaklığı sürerken yazmayı çok istedim.
Ak Parti Grup Başkanvekili Av. Özlem Zengin’in sözleri üzerine başlayan tartışmayı hatırlıyorsunuzdur. Bu yazıyı tartışmanın sıcaklığı sürerken yazmayı çok istedim.
Canım sıkıldı. Moralim bozuldu. Yazmamak konusunda kendime telkinlerde bulundum.
Herkes Sayın Zengin’e saldırdı. Bu ülkenin adı olan kadınlarını sıraladılar. Kadın itirazını bir kadına karşı sonsuz bir edepsizlikle anlattılar!
Ve daha birçokları Özlem Zengin’in üzerine çağdaş kusmuklarını akıttılar!
Madem herkes adı olan kadınları yazdı, ben de bu ülkenin, bugün nerde olduklarını bile bilmediğimiz adsız kadınlarını yazayım!..
Fatma:
Trabzon’un bir köyünde dünyaya geldiğinde babası ona Hz. Fatma anamızın adını vermişti. Fatma büyüyünce okuyacaktı. Adının yolundan zerre sapmayacaktı. Efendileri, uzun yıllar köylü milletin efendisidir diye Fatma’nın babasının başını okşamışlardı! Belki bu yüzden babası; kızı köy yerinde sırtında çay toplayan, elleri nasırlı efendi değil de, daha konforlu birisi olsun da okusun istedi!
Fatma büyüdü. Çok başarılı bir öğrenciydi. Üniversite sınavı çok iyi geçmişti. Babası Fatma’yla gurur duyuyordu. İstanbul’u kazandı Fatma. Doktor olacaktı. Annesi, kızım diz ağrılarımı iyileştirecek diye seviniyordu.
Ve annesi, kızımın elleri benim gibi gariban bir hayatın nasırlarını taşımayacak, onun elleri birilerine şifa olacak diyerek gururla gözyaşı döküyordu.
Babanın Fatma’yı okutmaya gücü yetmiyordu ama köyden ilk defa bir doktor çıkacaktı. Konu komşu, hısım akraba el ele verdiler. Fatma İstanbul’a bir kahraman gibi gitti.
Trabzon’da insanlar birbirlerini gönüllerinin güzellikleriyle ve de samimiyetleriyle ikna ederlerdi ama Fatma “ikna odaları” neydi bilmiyordu, öğrendi! Çağdaş, ilerici, medeni amcalar ve teyzeler Fatma’nın beynini değil, beynini örttüğü örtüyü bilimsel bilginin en büyük engeli gibi görüyorlardı!
Kendilerine çağdaş diyen bu amcalar ve teyzeler Fatma’ya “mürteci, yobaz, gerici” diye bağırıp orgazm çığlıkları atarken Fatma sadece utanıyordu! Acısından değil, ülkesinin düştüğü halden utanıyordu.
Fatma sadece sustu…
Fatma ya başını açacaktı ya da okumayacaktı…
Sonra…
Bugün ne Fatma’nın adını bilen var ne de sonrasını…
Ayşe:
Kayseri’de bir fabrikada çalışan ustabaşının kızıydı Ayşe. Annesi ev hanımıydı. Ayşe’nin en büyük hayali mimar olmaktı. Hep modern çağın Mimar Sinan’ı ben olacağım diyordu.
Ankara’yı kazandığında evde bayram olmuştu. Ayşe’nin annesi sevinçten ağlıyordu. Evladının hasreti ağırdı ama kızım benim gibi cahil kalmayacak, okuyacak diyordu. Babası erkeklik gururuna yediremiyordu ama baba yüreğine de söz geçiremiyordu. Geceleri gizli gizli ağlıyordu. Başını soktuğu minnetsiz bir dört duvarı vardı. Kızı için gerekirse evini satacaktı ama kızı okuyacaktı.
Ayşe Ankara’ya gitti. Üniversiteye giremiyordu. Hocaları Ayşe’nin başına sardığı örtüden korkuyordu. Sırf Ayşe üniversiteden içeri girmesin diye kapının girişini polisler koruyordu.
Sonra…
Bugün ne Ayşe’nin adını bilen var ne de sonrasını…
Kübra:
Elazığlı bir esnafın kızıydı Kübra. Ay yıldızlı al bayrağı kendisine örtü yapan kadim bir memleketin sıcak, cıvıl cıvıl bir kızıydı. Kübra ele avuca gelmez bir heyecana sahipti. Öğretmen olmak istiyordu. Çocukları çok seviyordu. Vatana millete faydalı öğrenciler yetiştirmeyi hayal ediyordu. Arkadaşlarıyla oyun oynarken O hep öğretmen oluyordu.
Kübra İzmir’i kazandı. Koca koca adamların kendisinin ülkeye irtica getireceğinden korktuğunu bilmiyordu Kübra! Ağabeyi askerde şehit olurken kimse annesinin, kardeşinin başına bakmamıştı. Oğullarının şehadet haberi geldiğinde “Bugün bizim düğün günümüzdür. Vatan sağ olsun!” demişti annesi ve babası. Bugün kızlarının başının örtüsü vatana ihanetle eş sayılıyordu!
Kübra ya başını açıp hayallerine kavuşacaktı ya da…
Kübra sadece ben vatan haini değilim diye mırıldanabildi! Gözyaşı bile dökmedi. Çünkü O şehit bacısıydı! Devlete küsmek olmazdı.
Sonra…
Bugün ne Kübra’nın adını bilen var ne de sonrasını…
Merve, Esra, Aylin, Tuba, Hümeyra, Kevser, Betül, Gonca, Hatun ve daha binlercesinin bugün ne adlarını bilen var ne de sonralarını…
Onlar birer Türkan Saylan, birer Feriha Tevfik, birer Keriman Halis Ece, birer Sabiha Gökçen, birer İnci Özdil… Değillerdi diye hiçbirinin adını, hayatlarını, acılarını, hayallerini hatırlamıyoruz.
Onlar asla şöhret olamadılar…
Onların ismi hiçbir kitapta yer almadı…
Onların birer ismleri bile olmadı, hep “başörtülüler” diye anıldılar. Oysa her birinin birer ismi, birer hayatı, bu ülkeyi güzelleştirecek hayalleri vardı...
İsimsizlerdi onlar.
Başörtülüler…