SİYASET

Pakistan dönüşü Erdoğan gazetecilerin sorularını yanıtladı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pakistan ziyareti dönüşünde uçağındaki gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pakistan'daki temaslarının ardından yurda dönerken uçakta gazetecilerle sohbet etti. Gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarının satır başları şöyle;

Bölgemizde ve dünyada kritik gelişmelerin yaşandığı bu günlerde, Pakistan ziyaretimizde 2009’da tesis ettiğimiz Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin altıncı toplantısını gerçekleştirdik. Savunma sanayii, ticaret, ulaştırma, turizm, basın yayın, diaspora ve helal akreditasyon alanlarında toplam 13 anlaşma imzaladık. 

Pakistan Milli Meclisi ve Senato ortak oturumuna hitabımda ikili ilişkilerimizin yanı sıra İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu temel sorunlara da değindik. İş Forumunda iş dünyasının temsilcileriyle ekonomik ilişkilerimizi daha ileriye nasıl taşıyabileceğimizi ele aldık.

"Keşmir, Filistin, Suriye ve Libya gibi konular hepimizin ortak meselesidir"

Hedefimiz ticaret hacmimizi 2023'te 5 milyar dolara çıkarmak. Bunun için Türkiye-Pakistan stratejik ekonomik çerçevesini oluşturduk. FETÖ ile mücadele konusunda Pakistan’da önemli mesafeler aldık. Maarif Vakfı 12.500 öğrenciye eğitim veriyor. FETÖ terör örgütüne karşı mücadelemiz kararlılıkla devam edecek. CHP’nin bu mücadeleyi sulandırma ve zayıflatma girişimlerine de prim vermeyeceğiz.

Temaslarımızda bölgesel konuları da ele aldık. Keşmir, Filistin, Suriye ve Libya gibi konular hepimizin ortak meselesidir. Her biri kendine özgü nitelikler arz etse de bu krizler çözülmeden bölgesel ve küresel barışı tesis etmek mümkün olmayacaktır. Bu yüzden ortak irade ile birlikte hareket etmemizin hayati önemi haizdir. Bu hususu, görüştüğüm bütün liderlere anlatıyorum. Biz dünya ile kavga etmeden kendi sorunlarımızı yine kendimiz çözmek zorundayız. Dış müdahalelerin, sorunları daha da çözümsüz hale getirdiğini görüyoruz. Bunlara karşı kendi iç bünyemizi güçlendirmek zorundayız. Halklarımız arasındaki güçlü gönül bağlarını ve ortak iradeyi siyasetimizin merkezine taşıyabilirsek pek çok sorunu çözmek mümkün hale gelecektir.

"İşgal, ilhak ve yıkımın meşrulaştırılmasına asla izin vermeyeceğiz"

Öncelikle sözde “barış planı” ismiyle anılan bu planın, bölgede barış ve huzuru tehdit eden bir hayalden başka bir şey olmadığını bir kez daha ifade etmek isterim. İşgal, ilhak ve yıkımın meşrulaştırılmasına asla izin vermeyeceğiz. İslam İşbirliği Teşkilatı bizim yönetimimizin olduğu dönemde bu konuda Birleşmiş Milletlerde çok farklı bir ses ortaya koyduk. Orada bir bütünlük vardı, bir birlik vardı ve bu birliği biz Birleşmiş Milletlere taşıyabildik. Fakat daha sonra maalesef İslam İşbirliği Teşkilatı böyle bir bütünlüğü Birleşmiş Milletlere taşıyacak iradeyi kaybetti. Biz bütün bunlara rağmen, istiyoruz ki İslam İşbirliği Teşkilatından bir ve bütün bir ses çıksın. Fakat son dönemlerde, özellikle bu sözde “asrın anlaşması” dedikleri paçavraya karşı İslam İşbirliği Teşkilatından yeni yeni istediğimiz istikamette ses gelmeye başladı. Hatta hiç ümidimiz olmadığı halde, Arap Liginden de bu noktada olumlu sesler çıkmaya başladı. Biliyorsunuz daha önce Arap Ligi de bu konuda çok duyarsızdı. Şimdi ise daha iyi konuma geldiler. Tabi bütün bunlara rağmen biz kararlı bir şekilde bu hakkı savunmaya devam edeceğiz. İslam İşbirliği Teşkilatının tüm İslam ülkelerini bu plan karşısında açıkça tavır almaya çağırmasını bekliyoruz. Bu plan bir barış planı değildir. Bu plan Filistin halkının haklarını gasp etmektedir. Bu plan Birleşmiş Milletler kararlarına da aykırıdır. Şu an itibarıyla bu süreç bizim beklediğimiz istikamette gidiyor diyebilirim. Bu planı Batı da Avrupa Birliği de kabul etmiyor. Afrika hakeza bu işin karşısında. Onlar da kabul etmiyor. Bu duruş karşısında da Birleşmiş Milletler’de istediğimiz neticeyi alacağımıza inanıyorum. Ama duramayız. Çalışacağız. Bu işin peşini kovalamamız lazım ki neticeyi de alalım.

"Biz oraya Adana Mutabakatı çerçevesinde gittik"

Şunu çok açık, samimi konuşmamız lazım; bizim elimizde kapı gibi bir Adana Mutabakatı var. Biz oraya Adana Mutabakatı çerçevesinde gittik. Hani “Siz oraya nasıl gidiyorsunuz, burası Suriye’nin topraklarıdır” gibi yaklaşım gösterenlere bu bir cevaptır. Bu işin birinci boyutu. Girdik. Girdikten sonra orada bir düzenleme yapıldı. Neydi bu düzenleme? Gözlem noktaları kuruldu. Burada Soçi mutabakatının teminatı var. Hele hele Soçi mutabakatının 2. ve 3. maddeleri… ki 2. madde burada çok çok önemli. İşte biz bu adımları 2. ve 3. maddelere dayalı olarak attık. Rejim güçlerinin bizim bu gözlem noktalarını kuşatmaya başladığını görüyoruz. Onların kuşatması karşısında sessiz kalmamız mümkün değil. Onlara karşı da biz gereğini yapıyoruz.

"Briket barakaları yapmaya başladık"

Son dönemde özellikle İdlib’deki çatışmalar ciddi manada kendisini göstermeye başladı. İşte bugün de yine Halep’in batı tarafında bir helikopter düşürüldü. Bunlar tabi rejimi rahatsız ettiği gibi Rusya’yı da rahatsız ediyor. Bunun dışında yine ciddi bir zayiat verdiler. Fakat aslolan şey, 1 milyona yakın İdlib halkının bugün bizim sınırlarımıza doğru hareket halinde olması. Biz zaten 3,5-4 milyon insana ev sahipliği yapıyoruz. Bu 1 milyonu da kabul etme durumuz maalesef yok. Öyleyse ne yapmamız lazım? Biz dedik ki; sınırımızdan 30-32 km. içeride sınır boyunca briket barınaklar yapalım. Şu anda yoğun bir şekilde orada barakalar yapılıyor. Hatta ben bunu Merkel’e de açtım. “25 milyon euro gönderirseniz bunun bir kısmını da siz üstlenmiş olursunuz. Zaten büyük bir kısmını biz üstleneceğiz. Ama bu arada siz Fransa, İngiltere gibi diğer dostlara da söylerseniz, bir destek gelirse biz yoğun bir şekilde bu barakaları daha insani hale getiririz.” dedim. Şu anda 25 milyon euroyu Kızılhaç vasıtasıyla Kızılayımıza gönderiyorlar. Biz onları beklemeden bu briket barakaları yapmaya başladık.

Şu an itibarıyla sadece Almanya'dan söz geldi. Ama daha henüz elimize geçmiş değil. Kızılhaç vasıtasıyla Kızılay'a ulaştırdıklarına dair bir haber geldi. Fakat olsa da olmasa evelallah bunun altından kalkarız.

Asıl önemli olan şey, sürekli “oradaki teröristler” diye dile getiriliyor. Tamam da bu teröristler kim? Bunlar bir PYD, bir YPG değil. Bunlar tam aksine Suriye’nin kendi insanları ve Suriye’nin yerleşik halkı. Bu insanlar kendi topraklarını kendi evlerini korumanın mücadelesini veriyor. Bunların içerisinde teröristler varsa, nasıl PYD/YPG’ye karşı bu mücadeleyi veriyorsak, o teröristlere karşı da bu mücadeleyi verelim. Ama orada sivil halk uçaklarla, helikopterlerle bombalanıyor. Bunlara karşı en ufak bir ses yok. Tutturdukları bir şey var “Hmeymim, Hmeymim…” Burayı bombaladılar ve gerekçeleri yine aynı. Gerek Adana gerek Soçi mutabakatları gereği burada kardeşlerimizin yanında yer alırken bir yandan sınırlarımıza göç var. Briket barınakları o göçü engellemek için yapıyoruz.

"Meşru hükümetin yanında olacağımızı yazılı kayda girmiş durumdayız"

Tabi kamuoyunun dikkati buradan uzaklaşsa da biz Sayın Serrac ile bir anlaşma yaptık. Bu bir askeri eğitim güvenlik anlaşmasıdır. Bu anlaşmamızın gereği olarak da biz oradaki meşru hükümetin yanında olacağımızı yazılı kayda girmiş durumdayız. Şu anda burada bizim eğitici, öğretici ve yönetici bir kadromuz var. Hafter’in tarafında 2 bin 500 civarında Rusya’nın Wagner’i var. Wagner’in Rusya Savunma Bakanı Şoygu ve diğerleriyle toplantı halinde fotoğrafı var. (Wagner ve Rus devlet heyetinin toplantı fotoğrafı) Öndeki Hafter. Şu daire içinde olan Sayın Putin’in çok samimi adamıdır. Bu adam Wagner'in başıdır. Yöneten budur. Şuradaki de Rusya Savunma Bakanı Şoygu'dur. Hemen onun yanında da Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov’u görüyorsunuz. Bunlar şu anda Rusya’nın en üst düzey askeri noktadaki güvenlik kadrosudur. Şu anda Wagner'i de orada bunlar yönetiyor. Bunlarla iş yürüyor. Hala kalkıp diyorlar ki bizim orayla bu noktada ilişkimiz yok. Şu anda bizzat Rusya en üst düzeyde oradaki bu savaşı yönetiyor. Bir de Sudan’dan 5 bin civarında savaşçı var. Çad’dan gelenler var. Derken nereden bakarsanız bakın 10 bini aşkın şu anda dışarıdan gelmiş asker var.

"Mısır, Abu Dabi yönetimi, aynı şekilde Suud ve Fransa Hafter’in yanında"

Sayın Serrac ile yaptığımız bu eğitim ve güvenlik anlaşmasının gereğini sonuna kadar yerine getirmeye devam edeceğiz. Hafter’in yanında olanlar belli. Mısır, Abu Dabi yönetimi, aynı şekilde Suud ve Fransa Hafter’in yanında. Fransa daha yeni Hafter’i davet etti. Berlin Konferansı’na gittik. Berlin Konferansında adam toplantıya katılmadı, otelde bekledi. Moskova’da da aynı şeyi yaptı, kaçtı. Bizim heyetimiz oradayken o toplantının bitimini beklemeden oradan ayrıldı. Bütün bunlara rağmen Batı hala bu adama destek veriyor. Silah, mühimmat ve para desteği veriliyor. Biz barışın tesisinden yana olduğumuzu zaten ortaya koyduk. Ama şunun bilinmesini istiyoruz; Akdeniz’deki bu hak ve menfaatler konusunda, gerek Türkiye’nin gerek Libya’nın hakkını hukukunu koruma noktasında mücadelemizi sonuna kadar inşallah sürdüreceğiz. Zaman zaman bazı imkanlar elde ettiler ama Serrac’dan yana olan ekipler orada onları derdest ettiler.

“James Jeffrey'in 'şehidimiz' demesi bizim için inandırıcı şeyler değil"

Yani bunlar bize güven vermiyor. Bir bakıyorsunuz farklı… Başka bir gün yaptıkları açıklamalara bakıyorsunuz daha farklı. Bundan dolayı da bunların hangisine nasıl inanacağız! Şimdi ben 3-4 gün önce Sayın Putin ile görüştüm. Gayet güzel bir görüşme oldu. Ertesi gün baktık bir açıklama; o açıklamada da Türkiye’ye ciddi manada suçlamalar yapıyorlar. Biz Sayın Putin ile yaptığımız görüşmede aramızda böyle bir şey geçmedi. Size ne oluyor? Demek ki tepe başka, alt başka.

James Jeffrey ile ilgili olarak burada “şehidimiz” demesi bizim için inandırıcı şeyler değil. İnandırıcı olmadığı gibi, güya bizim hakkımızı teslim ediyor. Tamam da Jeffrey’nin hakkımızı teslim etmesinden öte, burada bizim Sayın Trump’ın hakkımızı teslim etmesi çok önemli. Yani Sayın Trump da eğer bizim hakkımızı teslim edecekse, bu konuda hakikaten kararlı bir duruş ortaya koyacaksa, onun bir anlamı olur. Bunun tabi bir de görüşmenin ardından yapılan basın açıklamasında özellikle uluslararası medyaya girmesi büyük önem taşıyor. Eğer bu sağlanırsa o zaman deriz ki bu işin kıymeti harbiyesi var.

Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmaları

Bu konuda aslında bizim tutumumuz belli. Orada bir değişiklik söz konusu değil. Bunun da en önemli göstergesi yaptığımız anlaşmadır. Şu anda iki sondaj gemimiz varken tuttuk bir de üçüncü bir sondaj gemisi daha aldık. Şimdi bizim 3 sondaj gemimiz iki de sismik araştırma gemimiz var. Diyoruz ki “biz kendi sondaj gemilerimizle kendi sismik araştırma gemilerimizle burada yoğun bir çalışmanın içerisine girelim.” Hatta gerekirse yanımıza uluslararası camiadan da birilerinin gelmesine karar verirsek, yanımıza şirket almak mümkün. Bunları Serrac ile de görüştük. Tabi bu işler kolay işler değil, maliyeti çok çok yüksek işler. Bir sondaj, iki sondaj, üç sondaj… Çıkmaz, çıkmaz, çıkmaz; ondan sonra bir tanesinde de çıktığı andan itibaren de “tamam” dersin. Mesela bizim Karadeniz’de araştırmalar yaptılar ve yaptıkları araştırmalarda 200 milyon doları aşkın yatırım yaptılar ama netice alamadılar. Anlaşmamıza göre biz onlara para vermeyeceğiz, onlar çıkartırlarsa yarı yarıya bölüşecektik. Çıkartamadılar, biz de onları uğurladık. Bu sadece kuru bir petrol arama olayı değildir. Bu olayın asıl önemli olan yanı, siz siyasi olarak da orada varsınız, askeri olarak da varsınız. Siz bu bölgede adeta burayı kontrol eden bir ülke konumundasınız. Bu bakımdan çok önemli. Bundan sonraki süreçte de aynen buradaki durumu koruyacağız. Biz zaten Akdeniz’de en uzun kıyı kenarı çizgisine sahip olan ülkeyiz. Gazi, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” diyor. Burada bir mana var. Bunun üzerinde durmak lazım.

ABD’nin sahadaki politikalarından kaynaklanan durumu da düzeltmesi halinde işimiz daha da kolay olacaktır. Fakat tabi ilginç olan şu; Hafter’i davet ediyorlar. Bu adam, Libya’yı 11 kez bombalayan adam değil mi?

Şimdi de Macron çağırıyor Hafter’i. Hafter de güle oynaya oraya gidiyor. Yani bunları anlamak mümkün değil. Bunları hakikaten hem halkımıza hem dünyaya anlatmamız lazım.

FETÖ ile mücadele

FETÖ ile mücadele yurt dışında sürerken, hakikaten Pakistan da çok önemli bir sınav verdi ve gayet başarılı bir şekilde devam etti. Pakistan bunların adeta bütün varlıklarına el koymuş durumda. Bundan dolayı tabi bizim Pakistan'a şükran borcumuz var.

Pakistan yönetimi 15 Temmuz’da nasıl ciddi bir tavır ortaya koyduysa bu konuda da Maarif Vakfımıza karşı ilk andan itibaren, keskin hatlarla tavrını koydu. Şu an “Bizim onlara herhangi bir taviz vermemiz söz konusu değil” diyorlar. Zaten Pakistan, Anayasa Mahkemesi kararı ile de FETÖ’yü bir terör örgütü olarak ilan etmiş durumda. Şimdi burada 12 bin 500 öğrenci söz konusu. Bu, okullara çocuklarını vermiş aileleri de rahatlatan bir süreç. Maarif Vakfımız da buradaki çalışmalarını gayet başarılı bir şekilde sürdürüyor.

Pakistan yönetimine FETÖ’den geçen bir okul şu anda boş durumda. İnşallah Maarif Vakfımıza teslim edecekler. Bunun teslimiyle birlikte buradaki süreç çok daha hızlanmış olacak.

"Yaptıkları tek şey FETÖ ile mücadeleyi hep sulandırmak olmuştur"

Öncelikle onların bugüne kadar yaptıkları tek şey FETÖ ile mücadeleyi hep sulandırmak olmuştur. Bay Kemal’in ciddi bir karşı duruşunu gördünüz mü? Onun o gece Atatürk Havalimanı’nda tankların eşliğinde kaçışını unutabilir miyiz? Orada tankların arasından kaçtı. Gittiği yer neresi? Bakırköy Belediye Başkanını evi. Enteresan olan bir şey daha var: o dönemlerde basın sorduğu zaman verdiği cevap “O akşam oteller doluydu. Oteller dolu olduğu için Bakırköy Belediye Başkanının evine gelmek zorunda kaldım.” 3-5 kişiye o civarda yer bulunamamış. 

Listeye bakınca, “eğer o liste kimdedir?” diye sorulursa, o listenin kimde olduğu cevabını kendisinin vermesi lazım. Niye? Zaten o listeyi beraber hareket ettikleri kişiler hazırladılar. Bunlar, malum zat, emekli genelkurmay başkanı, rahat rahat listeyi bulur çıkarır. Bu listeyi bizim düzenlediğimizi söylemek kadar süreci sulandıran bir yalan olamaz. Bunu az önce ifade ettiğim gibi, mütekait olan genelkurmay başkanı, kara kuvvetleri komutanına sorarsa gereken cevabı zaten alması lazım.

Biz yaptığımız bazı değişikliklerle Yüksek Askeri Şura’da sivillerin ağırlığını öne çıkardık. Şimdi Sayın Başbuğ soruyor. Ben de Sayın Başbuğ’a soruyorum. Muhatap almak istemem ama sormak zorundayım. Çünkü halkımın bilmesi lazım. Dürüst davranmıyor. İnandıklarını sonuna kadar savunacakmış. Ya sen inandıklarını savun da ama dürüst savun. Bir tane boruyu göstermek suretiyle milleti aldatamazsın. Önce şunu anlatman lazım. Senin Kara Kuvvetleri Komutanlığın döneminde, Genelkurmay Başkanlığın döneminde acaba kaç FETÖ’cüyü ihraç ettiniz? Önce bunu anlatması lazım. Söyle, “Şu kadar kişiyi ihraç ettik” de. Aynı şekilde -tabi şu anda rahmetli oldu- Yaşar Paşa döneminde kaç kişiyi ihraç ettiniz? Söyleyin, öyle bir şey yok.

"Askeri mahkeme kalkıp da İlker Başbuğ’u yargılayabilir miydi veya Yaşar Paşa’yı yargılayabilir miydi?"

Geleyim başka yere. Askeri Mahkeme olayı çok önemli. Buradan eleştiri yapıyor. Askeri mahkemelerin hayatta olması halinde bu askeri mahkeme kalkıp da İlker Başbuğ’u yargılayabilir miydi veya Yaşar Paşa’yı yargılayabilir miydi? Birisi albay, birisi general, orgeneral, korgeneral. Şu anda FETÖ'den dolayı mahkum olanlara aldıkları cezaları askeri mahkeme verebilir miydi? Bugüne kadar benim bildiğim bir İlhami Erdil Paşa, kuzey deniz saha komutanıydı- yargılanmış, ağır bir ceza almış ve bütün apoletleri sökülmüştü. Bir onu bilirim. Onun dışında, üst düzey bir komutanın askeri mahkemede albay vesaire bunlar tarafından yargılandığı ve böyle ceza aldığını görmedim.

Askeri mahkemeler kaldırılmasaydı 15 Temmuz gecesi “darbecileri tutuklayın” diye emir verebilirler miydi? Mümkün değil, çünkü emrinde olduğu bir makam. Ayrıca o listelere baktığınız zaman kimi görüyorsunuz? İşte o talimatı verenleri görüyorsunuz. Onların şimdi bir kısmı içeride, bir kısmı öyle veya böyle zannediyorum çıkanlar var. Tablo bu. Ama tek soru; bir mahkeme başkanı albay acaba kalkıp da Sayın Başbuğ'u yargılayabilir mi? Veya ona ceza verebilir mi?

Şimdi biri de diyor ki “ben şu anda onun adına konuşuyorum.” Diyen kim? Bakıyorsunuz CHP’nin grup başkanvekili. Sen ne zamandan beri Başbuğ'un avukatı oldun? Onun adına konuşuyorlar. Bırak da varsa avukatı konuşsun. Ve bu kişi parlamentoda. Aynı şekilde zaten Bay Kemal de konuşuyor. İstikamet aynı. Nasıl çıkacaklar buna bakıyorlar. Ben de çok açık net söylüyorum; buradan çıkamayacaklar. Tek güvenceleri şu anda bunlarla ilgili olan yasalar. Şimdi onlar bu yasalara güveniyor. Onu da söyleyeyim, bu yasaları da biz çıkardık kusura bakmasınlar. 

Darbe girişimi

Bunlar özellikle 15 Temmuz'da zaten gerekli cevabı aldılar. Ve milletimiz de bu konularda artık çok ciddi bir deneyimi şu anda kazanmış durumda. Yani böyle bir şey olduğu anda artık bizim milletimiz “kapıdan dışarı çıkalım mı çıkmayalım mı” demez. Elinde neyi var neyi yok herkes meydanlara dökülür. Bunun en güzel cevabını 15 Temmuz'da verdik. Bundan sonra da ben milletimin aynı şekilde karşılık vereceğine olan imanım kesinlikle tamdır.

"Bay Kemal o tankların arasından sıyrılıp gitti"

Kaldı ki biz, Marmaris’ten Hande Hanım’ın bizimle telefon bağlantısına verdiğimiz cevapla beraber herkesi meydanlara davet ettik. Milletimizi meydanlara davetimize hakikaten milletimiz aynı kararlılıkla cevap verdi ve meydanlara döküldü. Biz de oraya geldik. Ama Bay Kemal o tankların arasından sıyrılıp gitti. Biz ise meydanda, havalimanında halkımızla beraber olduk. Üstümüzden F16'lar uçuyordu. Üstümüzden helikopterler uçuyordu. Ama biz orada vatandaşımız ile beraber durduk. Herhangi bir yere gitmedik. Bay Kemal, “nereye kaçarsak kaçalım bizi kovalayacakmış!” Ya sen daha o akşam kaçtın. O akşam sen havalimanından hemen Bakırköy’e kaçtın. Bir de utanmadan sıkılmadan ne diyor? Benim haberim olsaydı “ben de beklerdim” diyor. Millet orada neyi bekledi? Onun için bana göre bu millet artık bu darbelere ve bu tür gelişmelere karşı çok daha kararlıdır. İnanıyorum ki darbe heveslilerine milletimiz gereken cevabı da meydanlarda farklı bir şekilde verebilecek bir güce, bir potansiyele, bir imana sahiptir.

İş Bankası'ndaki CHP hisseleri

Bu konu ile ilgili şu anda çalışmaları birinci derecede Nurettin Canikli bey yürüyor. Bu hafta MKYK toplantısında bizlere bir sunum da yaptı. Dedik ki bu işi biraz daha olgunlaştıralım ve olgunlaştırmanın ötesinde bir de hukuki işlerle ilgili bir kurul kuralım. Hukukçu arkadaşlarımızla beraber de bu çalışmayı tam manası ile hukuki bir zemine oturtalım dedik. Zannediyorum birkaç hafta içerisinde onun neticesini de kendilerinden alacağız. Fazla geciktirmeye niyetimiz yok. Vakit kaybına tahammülümüz yok.

VAR sistemi

Tabi öncelikle son viraja girilirken hakikaten böyle bir rekabetin olması çok güzel bir şey. Sevindirici de. Fakat Federasyonun bu noktadaki attığı adımlarda tarafgirlik içerisinde olduğuna ben ihtimal vermiyorum. Nitekim aldıkları kararlarla şu son 3-4 maça yönelik adil davrandıkları da ortada. Bugüne kadar bu tür maçlar zaten pek de federasyona gelmezdi. Hakemler düdüğü çalmıştı iş bitmişti, böyle bakıyorduk.

VAR sisteminin de tabi eksileri var, artıları var. Bazı yerlerde bakıyorsunuz, hakikaten isabetli kararlar çıkıyor. Bu sürecin daha geçiş dönemi olduğunu düşünüyorum. Geçiş döneminde bu tür eksikler olabilir. Zaman içerisinde sistem tam anlamıyla oturacaktır.

Ben bir Fenerbahçeliyim, aynı zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Yüksek Divan Kurulu üyesiyim ama özellikle arkadaşlarıma yönelik sarf edilen hakaretamiz ifadeler yenir yutulur şeyler değildir. Bir defa bu ülkeye hizmet veren bakan arkadaşlarımızı kalkıp da bu işin içine bulaştırmak çok ciddi bir yanlıştır. Kulüplerimizin yöneticilerinin bu konuda bir defa çok dikkatli olmaları, tribünlerdeki gelişmelere sahip olmaları lazım. Biliyorsunuz zaten sosyal medyada da bu tür hakaretlerin, iftiraların cezalandırılmasına yönelik bazı kararlar var. Sosyal medyada da bunların bedelini ödetmeden bu işi bırakmayız.

Kalkıp bilip bilmeden, herhangi bir bakanımız hakkında “filanca kulübü şöyle destekliyor, herhangi bir kulübe karşı şöyle bir tavrı var” gibi yaklaşımları bizim kabullenmemiz mümkün değil. Ben bir ay kadar önce Kulüpler Birliği toplantısında bütün başkanlar oradayken söyledim, “arkadaşlar sizden bir ricam var; lütfen siyaseti bu işe karıştırmayın ve bizi bu işlerin içerisine bulaştırmayın” dedim. Biz bütün başkanlara orada bunu demişken, buna rağmen kalkıp da bu tür açıklamaların yapılması bizi ciddi manada üzer ve buna karşı da biz sessiz kalamayız. Şampiyonluk kimsenin tekelinde değil. Bu sene sen olursun, bir sonraki sene başkası olur.

Bir de şu var onu da söyleyeyim. Kalkıp da benim arkadaşlarım “bu sene filanca kulüp şampiyon olacaktır, ya da olmalıdır veya temenni ediyorum” diye asla söylememelidir. Bizim tarafsızlığımız burada büyük önem arz ediyor. Biz tarafsızlığımızı korumalıyız. Biz bu ülkeyi yönetenler olarak tarafsızlığımızı korumalıyız. Ben mesela lig maçlarına asla gitmem. Söz konusu değildir. Ama diyelim ki Fenerbahçe, Trabzonspor, Başakşehir ya da diğer takımlarımız… Bunların uluslararası herhangi bir müsabakası olduğu zaman oralara gitmeyi de milli bir görev telakki ederim. Bu konudaki hassasiyetimiz önceliklidir. Sporda bunlara dikkat etmemiz lazım. Ligin de artık son virajında kim şampiyon olursa olsun, hep beraber alkışlamamız lazım. Ondan sonra da inşallah hepsine uluslararası müsabakalarda destek vermemiz lazım.

Yorumlar
Günün Manşetleri