Nethaber Mobil Uygulama
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
İnternette kadın cinayetlerinin
sebeplerini araştırırken ekranıma "Selvi Boylum Al
Yazmalım" filminin can yakıcı sahnelerinden oluşan bir
video düştü.
Zaten duygusal adamım...
Bıraktım araştırmayı, açtım videoyu, tekrar tekrar izledim.
Yetmeyince oturdum baştan sona bir kez daha izledim.
Bu filmde hayatından bir parça bulmayan insan var mıdır acaba? Asya
ile İlyas'ın tanışması kadar büyülü olmasa da, hayatında sevdiği
kadını ilk gördüğünde kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi
çarpmayan var mıdır?
Hadi gelin itiraf edelim.
Biz hepimiz aslında birer İlyas'ız...
İlk gördüğünde çarpılan, bırakın dokunmayı, izlemeye dahi
kıyamayan, bizi sevsin diye hayatımızı ortaya koyan birer
İlyas...
Ya sonra?
Ya gönlüne girdikten, sevildikten sonra?
Orada da birer İlyas olup çıkmıyor muyuz?
"Nasılsa artık benim" diyerek, "Benden
vazgeçse bile bana olan sevgisinden asla geçemez" diyerek
çırpısızca davranmıyor muyuz?
Kadın cinayetleri falan diyoruz da...
Aslında kadını bu çırpısızlığımızla birlikte an be an öldürmeye
başlıyoruz. Değişimlerimizle, ilgisizliğimizle, özensizliğimizle,
kaba saba konuşmalarımızla ve saygısızlıklarımızla gün be gün parça
parça öldürüyoruz.
Duymuyoruz!
Aslında duyuyoruz ama anlamıyoruz, anlamak istemiyoruz.
Konuşuyor, "Dırdır ediyor" diyoruz. Çağlık atıyor,
"Şirret" diyoruz. Küsüyor, “Tribinden
nazından, kaprislerinden bıktım" diyoruz. Ağlayıp
sızlayınca, "Mıymıy edip duruyor" diyoruz.
Aslında, "Bana mutlu bir hayat ver" diyor kadın.
Sadece bunu istiyor ama anlamıyoruz işte...
Sonra bir gün ağzını öyle mühürlüyor ki dilsizden daha dilsiz
oluyor.
Duymadığımız gibi görmüyoruz da aslında. Mutsuzluğunu, hissizliğini
ve gitme belirtilerini göremiyoruz mesela...
Günahkârlar için ölümün sonrası cehennemdir.
Kadın susunca ve hemen akabinde sessiz sedasız gidince, bizim
cehennemimiz harlanmaya başlıyor. Cayır cayır yanmaya başlıyor,
kendini yeniden onun kalbindeki cennete atmak istiyorsun ama
nafile...
Keşke bizim duygu hayatımız da Selvi Boylum Al Yazmalım filmindeki
gibi başlasa ve bitse.
Ne güzel olur di mi?
Sonu mutsuz bitse bile bitmeyen ve asla bitmeyecek bir sevgiyle
birbirimize bizsiz yeni hayatlar sunabilsek...
Peki biz ne yapıyoruz?
Kadını hayatımızdayken her gün parça parça öldürdüğümüz yetmiyormuş
gibi, bir de canlı cenazeye çevirdiğimiz bedenini soluksuz
bırakıyoruz.
Kimimiz öldürüyor, kimimiz kezzapla kavuruyor, kimimiz ise yarı
sakat bir hayatla baş başa bırakıyoruz. İlyas gibi, "Ben bu
sevgiyi hakketmedim" diyerek ardından dolu gözlerle
bakamıyoruz.
Bir yerde okumuştum ve çok hoşuma gitmişti.
"Herkes kadınları bir çiçeğe benzetir ama aslında bütün
kadınlar birer Begonya Çiçeğidir" diye yazıyordu.
Bilir misiniz bilmem.
Begonya Çiçeği bütün çiçeklerden farklıdır. Her çiçeğin yetiştiği
toprakla yetişmez mesela. Lifli ve humuslu toprakta
yetiştirmelisiniz. Suyunu verip güneşe bırakmakla yetinmemelisiniz
mesela...
Suyunu çok verip, güneşte fazla tutarsanız soldurursunuz. Vaktinden
fazla gölgede unutup havasız bırakırsanız yine soldurursunuz. Her
şeyiyle tam vaktinde ve tam kıvamında ilgilenmelisiniz. Solmaya
başladıktan sonra eski haline getirmeniz mümkün değildir.
Kadının istediği de bu değil mi aslında?
Biraz nefes, biraz sevgi, biraz ilgi. İhtiyacı olduğu anda, solmaya
yüz tuttuğu anda bunları istiyor kadın...
Yaşatmak çok kolay, soldurmak bir o kadar zor. Ama nasıl oluyor da
biz soldurmayı başarıyoruz.
O da biz erkeklerin hıyarlığı sanırım...
Sahi bir kadın gittiğinde, içindeki her şeyi bir çırpıda öldürür
mü? Öldürebilir mi? Hiç sanmıyorum. Onca hatırayı, onca acıyı veya
mutluluğu bir çırpıda kim silip atabilir ki kadın silip atsın.
Mesela Asya İlyas'tan gittiğinde içindeki her şeyi öldürebiliyor mu
sizce? Geriye bakıp attığı son bakış cevabın hayır olduğunu
anlatıyor bize...
Kadını öldürmek yerine yaşatmak lazım.
Çünkü kadın gittikten sonra, gittiği adamın sevgisiyle yanmayı
bırakıp, anıların, hatıraların alevleriyle kavrulmaya başlar. Ama
korkunç olan şudur ki o alevlerin içinde yanmaya da gönüllü
olur.
Yana yana, kavrula kavrula pişer yeni hayatına adım atmadan
önce.
Kâh geride unuttuğunuz bir gömleği veya tişörtü üstüne geçirir. Kâh
birlikte aldığınız bir kuru eşyaya sarılır. Bazen birlikte
ağladığınız günleri, bazen katıla katıla güldüğünüz bir olayı
yaşayarak geçirir günleri, haftaları ve ayları...
Belki de yılları...
Yanmaya, pişmeye dayanamazsa size geri döner, dayanırsa yeni bir
hayata adım atar. Tabi dönecekse geride bıraktığı enkaz yığını olan
sana değil, değiştiğine inandığı, sevdiğine inandığı ilk gördüğünde
vurulduğu gerçek aşkına döner bunu da unutmamak lazım.
Onun için kadını öldürmek yerine yaşatmak lazım...
Anılarıyla birlikte yaşatmak lazım...
Asya Cemşit'e giderken geriye dönüp İlyas'a bakıyor, "O vardı bir
zamanlar, onu sevmiştim. Sevgi o muydu? Sevgi neydi?” diye
soruyordu.
İlyas ise, "Elveda Asya, elveda selvi boylum, al yazmalım,
elveda bitmemiş türküm benim” diyordu.
Kadın öldüğünde binlerce hatıra da onunla birlikte ölür. Silinmemiş
ve her gün bakılan fotoğraflar ölür. Kavgalar, sarılmalar,
ağlamalar, hastalanmalar, bölüşüp yediğiniz lokmalar, dalga
geçmeler, kızdırmalar, gıcık etmeler ve birlikte adım adım
dolaştığınız mekanlar ölür.
Sokaklar, caddeler ölür.
Onun için kadını hatıraların hatırına yaşatmak lazım.
Yani aslına bakarsanız kadını yaşatabilmek için şifre Begonya!
Unutursan, kaybedersin!