Şifre; Begonya....

İnternette kadın cinayetlerinin sebeplerini araştırırken ekranıma "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminin can yakıcı sahnelerinden oluşan bir video düştü.

Süleyman Özışık suleymanozi@nethaber.com

İnternette kadın cinayetlerinin sebeplerini araştırırken ekranıma "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminin can yakıcı sahnelerinden oluşan bir video düştü.

Zaten duygusal adamım...

Bıraktım araştırmayı, açtım videoyu, tekrar tekrar izledim. Yetmeyince oturdum baştan sona bir kez daha izledim.

Bu filmde hayatından bir parça bulmayan insan var mıdır acaba? Asya ile İlyas'ın tanışması kadar büyülü olmasa da, hayatında sevdiği kadını ilk gördüğünde kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi çarpmayan var mıdır?

Hadi gelin itiraf edelim.

Biz hepimiz aslında birer İlyas'ız...

İlk gördüğünde çarpılan, bırakın dokunmayı, izlemeye dahi kıyamayan, bizi sevsin diye hayatımızı ortaya koyan birer İlyas...

Ya sonra?

Ya gönlüne girdikten, sevildikten sonra?

Orada da birer İlyas olup çıkmıyor muyuz?

"Nasılsa artık benim" diyerek, "Benden vazgeçse bile bana olan sevgisinden asla geçemez" diyerek çırpısızca davranmıyor muyuz?

Kadın cinayetleri falan diyoruz da...

Aslında kadını bu çırpısızlığımızla birlikte an be an öldürmeye başlıyoruz. Değişimlerimizle, ilgisizliğimizle, özensizliğimizle, kaba saba konuşmalarımızla ve saygısızlıklarımızla gün be gün parça parça öldürüyoruz.

Duymuyoruz!

Aslında duyuyoruz ama anlamıyoruz, anlamak istemiyoruz.

Konuşuyor, "Dırdır ediyor" diyoruz. Çağlık atıyor, "Şirret" diyoruz. Küsüyor, “Tribinden nazından, kaprislerinden bıktım" diyoruz. Ağlayıp sızlayınca, "Mıymıy edip duruyor" diyoruz.

Aslında, "Bana mutlu bir hayat ver" diyor kadın. Sadece bunu istiyor ama anlamıyoruz işte...

Sonra bir gün ağzını öyle mühürlüyor ki dilsizden daha dilsiz oluyor. 

Duymadığımız gibi görmüyoruz da aslında. Mutsuzluğunu, hissizliğini ve gitme belirtilerini göremiyoruz mesela...

Günahkârlar için ölümün sonrası cehennemdir.

Kadın susunca ve hemen akabinde sessiz sedasız gidince, bizim cehennemimiz harlanmaya başlıyor. Cayır cayır yanmaya başlıyor, kendini yeniden onun kalbindeki cennete atmak istiyorsun ama nafile...

Keşke bizim duygu hayatımız da Selvi Boylum Al Yazmalım filmindeki gibi başlasa ve bitse.

Ne güzel olur di mi?

Sonu mutsuz bitse bile bitmeyen ve asla bitmeyecek bir sevgiyle birbirimize bizsiz yeni hayatlar sunabilsek...

Peki biz ne yapıyoruz?

Kadını hayatımızdayken her gün parça parça öldürdüğümüz yetmiyormuş gibi, bir de canlı cenazeye çevirdiğimiz bedenini soluksuz bırakıyoruz.

Kimimiz öldürüyor, kimimiz kezzapla kavuruyor, kimimiz ise yarı sakat bir hayatla baş başa bırakıyoruz. İlyas gibi, "Ben bu sevgiyi hakketmedim" diyerek ardından dolu gözlerle bakamıyoruz.

Bir yerde okumuştum ve çok hoşuma gitmişti.

"Herkes kadınları bir çiçeğe benzetir ama aslında bütün kadınlar birer Begonya Çiçeğidir" diye yazıyordu.

Bilir misiniz bilmem.

Begonya Çiçeği bütün çiçeklerden farklıdır. Her çiçeğin yetiştiği toprakla yetişmez mesela. Lifli ve humuslu toprakta yetiştirmelisiniz. Suyunu verip güneşe bırakmakla yetinmemelisiniz mesela...

Suyunu çok verip, güneşte fazla tutarsanız soldurursunuz. Vaktinden fazla gölgede unutup havasız bırakırsanız yine soldurursunuz. Her şeyiyle tam vaktinde ve tam kıvamında ilgilenmelisiniz. Solmaya başladıktan sonra eski haline getirmeniz mümkün değildir.

Kadının istediği de bu değil mi aslında?

Biraz nefes, biraz sevgi, biraz ilgi. İhtiyacı olduğu anda, solmaya yüz tuttuğu anda bunları istiyor kadın...

Yaşatmak çok kolay, soldurmak bir o kadar zor. Ama nasıl oluyor da biz soldurmayı başarıyoruz.

O da biz erkeklerin hıyarlığı sanırım...

Sahi bir kadın gittiğinde, içindeki her şeyi bir çırpıda öldürür mü? Öldürebilir mi? Hiç sanmıyorum. Onca hatırayı, onca acıyı veya mutluluğu bir çırpıda kim silip atabilir ki kadın silip atsın.

Mesela Asya İlyas'tan gittiğinde içindeki her şeyi öldürebiliyor mu sizce? Geriye bakıp attığı son bakış cevabın hayır olduğunu anlatıyor bize...

Kadını öldürmek yerine yaşatmak lazım.

Çünkü kadın gittikten sonra, gittiği adamın sevgisiyle yanmayı bırakıp, anıların, hatıraların alevleriyle kavrulmaya başlar. Ama korkunç olan şudur ki o alevlerin içinde yanmaya da gönüllü olur.

Yana yana, kavrula kavrula pişer yeni hayatına adım atmadan önce. 

Kâh geride unuttuğunuz bir gömleği veya tişörtü üstüne geçirir. Kâh birlikte aldığınız bir kuru eşyaya sarılır. Bazen birlikte ağladığınız günleri, bazen katıla katıla güldüğünüz bir olayı yaşayarak geçirir günleri, haftaları ve ayları...

Belki de yılları...

Yanmaya, pişmeye dayanamazsa size geri döner, dayanırsa yeni bir hayata adım atar. Tabi dönecekse geride bıraktığı enkaz yığını olan sana değil, değiştiğine inandığı, sevdiğine inandığı ilk gördüğünde vurulduğu gerçek aşkına döner bunu da unutmamak lazım. 

Onun için kadını öldürmek yerine yaşatmak lazım...

Anılarıyla birlikte yaşatmak lazım...

Asya Cemşit'e giderken geriye dönüp İlyas'a bakıyor, "O vardı bir zamanlar, onu sevmiştim. Sevgi o muydu? Sevgi neydi?” diye soruyordu.

İlyas ise, "Elveda Asya, elveda selvi boylum, al yazmalım, elveda bitmemiş türküm benim” diyordu.

Kadın öldüğünde binlerce hatıra da onunla birlikte ölür. Silinmemiş ve her gün bakılan fotoğraflar ölür. Kavgalar, sarılmalar, ağlamalar, hastalanmalar, bölüşüp yediğiniz lokmalar, dalga geçmeler, kızdırmalar, gıcık etmeler ve birlikte adım adım dolaştığınız mekanlar ölür.

Sokaklar, caddeler ölür. 

Onun için kadını hatıraların hatırına yaşatmak lazım. 

Yani aslına bakarsanız kadını yaşatabilmek için şifre Begonya!

Unutursan, kaybedersin!