İran'ın sözde Kudüs Gücü Komutanı Ortadoğu kasabı katil Kasım Süleymani'nin bir başka katil ABD trafından öldürülmesinin ardından günler geçti...
İran, büyük intikam yeminleri ettikten hemen sonra içerisinde sivillerin bulunduğu yolcu uçağını vurmaktan ve ABD'nin üslerine burnu dahi kanatmayacak olan saldırılar düzenlemekten başka bir şey yapamadı.
Büyük sözlerin hepsi her zaman olduğu gibi gaz almaydı...
Kasım Süleymani zihinlerden silinmeye mahkum bir katildi ve unutulup gitti, gidiyor...
Lakin bugün size bu hadisenin stratejik arka planından bahsetmeyeceğim. Ben bugün İran'ın Kasım Süleymani'ye takdığı Kudüs Gücü Komutanı lakabının asıl sahibini anlatan bir hatıramdan bahsedeceğim.
Yaklaşık 2 yıl önce Filistin'e gitmiştim.
Gidenler bilir...
Filistin sokaklarında bir Türk’ün gezdiğini hemen anlarsınız. Etrafına çocuklar doluşuverir.
Biz de nerede bir çocuk görsek dayanamayıp sevdik, kucaklaştık…
Top oynadık, koşturduk…
Nedeni çok basit.
Biz merhametli bir milletiz…
Ve Filistin’li çocuklar her gün merhametsiz, zalim bir yönetimin işgali altında büyüyorlar.
Onları itekleyen, hor gören İsrail askerlerinin şiddetine maruz kalıyorlar.
İşte tam da bu sebepten, henüz daha yanlarına gitmeden bile merhamete susamış gözlerini fark edebiliyorsunuz.
Madde planında minicik lakin, hakikat planında imanıyla kurşun gibi ağırlaşmış yürekleri, tebessüme aç…
Bir nebze olsun açlıklarını gidermek, gözlerindeki susuzluğu şefkatle ıslatmak için açıyoruz onlara yüreklerimizi.
Anadolu kadar kocaman…
Sımsıkı sarılıyoruz.
Kalplerimiz birbirine değinceye kadar…
İşte bu da, o çocuklardan birinin hikayesi…
***
Kıble Camiindeydik…
Namaz henüz bitmişti…
Arka saflardan birinde oturuyordum.
Tam o anlarda o çocuklardan biri uzun sarı bukleli saçlarını sallaya sallaya yanımdan fırladı geçti.
Sevmek için yeltendim lakin yakalayamadım.
Hemen ardından babası geliyordu.
Tam yanımdan geçerken adımları yavaşladı…
Yavaşladı ve gözlerini göğsümdeki al bayrağa mıhladı!
Hasretinden yüreğini kora çeviren bir dostunu yıllar sonra görmüşçesine mutlu oldu göz bebekleri.
Baktı ve birkaç saniye durakladı…
Ve işte yüreğimi dağlayan o sahne…
Hayatımda bir kez bile görmediğim, daha önce hiç karşılaşmadığım o adam, gözlerini bir an bayraktan ayırarak çocuğuna şöyle seslendi:
‘’Gel! Gel ve selam ver!’’
Peki neden?
Kimim ki ben?
Bir baba çocuğunun, tanımadığı bir adama selam vermesini neden ister ki?
Bu soruların hepsinin altında koskoca bir şanlı tarih yatıyor…
O baba bize değil, Abdulhamid’e selam verdirmiş meğer…
O baba bize değil, Sultan Fatih’e selam verdirmiş meğer…
O baba bize değil, Sultan Süleyman’a selam verdirmiş meğer…
Anladık ki, biz bizden ibaret değilmişiz…
Anladık ki, Türkiye Türkiye’den epey büyükmüş…
Ben Kudüs'te İran bayrağına hürmet gösteren bir tane bile Kudüslü görmedim ama Türk bayrağını görünce önümüzü kesip ''Niçin bizi kurtarmaya gelmiyorsunuz? " diyen onlarca insan gördüm.
İşte o zaman anladım ki Kudüs Gücü ne İran ne de onun çakma lakaplı komutanlarıdır.
Kudüs'ün gücü Sultan Abdülhamid'in torunları olan Türk milletidir. Allah bizlere bu yükün altından kalkabilmeyi nasip etsin...