Nethaber Mobil Uygulama
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Aylan bebeğin kıyıya vurmuş bedenine kör, üzerine yağan bombaların altından ‘’Vallahi hepinizi Allah’a şikayet edeceğim!’’ diyen çocuğun haykırışına sağır ve ‘’Dünya beşten büyüktür! Korkmayın! Hakkı haykırın!’’ hitabına dilsiz kesilen dünya, koronavirüsün zenginleri de öldürdüğünü görünce acil hatta çok acil durum ilan ederek tüm dünyayı keyfini bozmaya davet etti.
Halbuki koronavirüs salgınından dolayı ölenlerin sayısı ne Doğu Türkistan’da zulüm gören soydaşlarımızın sayısından, ne Hindistan’da hakları ellerinden alınarak sokak ortasında darp edilen Müslüman kardeşlerimizin sayısından, ne Suriye’de ölen binlerce hatta on binlerce masumun sayısından, ne Yemen’de çaresizce can veren sabilerin sayısından, ne Filistin’de toprağı ellerinden gasp edilen mazlumların sayısından, ne Gazze’de Yahudi ablukası altında kıt kanaat hayatını sürdürmeye çalışanların sayısından, ne de Afrika’da açlıktan derileri kemiklerine yapışmış küçücük bebeklerin sayısından fazlaydı...
Salgın sebebiyle hayatla irtibatını koparanların rakamlarını binlerle çaprsanız dahi şu saydıklarımın yarısı kadar bile bir sonuç elde edemezsiniz.
Peki ama neden?
Dünyanın muhtelif yerlerinde, ki her nedense bu hep bizim eller olur, her gün virüse gerek kalmaksızın cinayete kurban gidercesine binlerce insan ölürken ağızlarını lüks yatlarında adını bile söyleyemediğimiz yemeklerle dolduran, kulaklarını duygudan yoksun ağaçlardan yetişme pamuklarla tıkayan ve gözlerini haram dolarlarla perdeleyen insan müsveddeleri ve insanlık katilleri neden bir anda uyandılar keyif uykularından veya süt banyolarından?
Neden biliyor musunuz?
Çünkü adalet dengeleri şaşmış dünyanın haz ve paraya kullukta yarışan taşlaşmış kalpli insan düşmanları için merkezleri bulutları delen emperyal şirketlerin üç beş ağacın günahına girerek elde ettikleri hisse kağıtları, kıyıya vurmuş bebek bedenlerinden ve ardında bıraktığı acıdan daha kıymetli de ondan...
Neden biliyor musunuz?
Çünkü, bu dünya öyle acımasız bir yer oldu ki fakirlerin, babası daha önceden kardeş bildiği satılmışlar tarafından öldürülmüşlerin, annesi hain bir mermiye karşı savunmasız bedeniyle yavrularına kalkan olmaya çalışırken şehit olmuşların, kardeşini en son bir bombanın altında kalmadan önce görmüşlerin, karantinaya göz bebeklerinden dahi kaçabilen bir virüs sebebiyle değil de iki ayaklı bok böcekleri nedeniyle alışmış olanların, evlerinden salgın nedeniyle değil de yarasa avcılarının asimile politikalarından sebep çıkamayanların bu hayattan alıp başlarını gitmeleri, dünyanın en zengin kan emicilerinin kapitalist şirket karlarından zerre kadar zarara düşmelerinin yanında haber kıymeti bile taşımıyor da ondan...
Neden biliyor musunuz?
Çünkü bu çivisi çıkmış yeryüzünde; dünyaca ünlü bir basketbolcunun, hep gülerken gördüğümüz ve hayatı boyunca hep lüks içerisinde mutlu bir ömür geçirdiğini sandığımız futbolcuların yahut sağlıklı olduğu zamanlarda milyarlarca liralık yatından sosyal medyaya attığı fotoğraflarla keyfine keyif katan medya hokkabazlarının gözle görülemeyen bir virüs karşısında hafiften düşmüş gözleriyle halsiz bakışları, asfalt betonlarının üzerine tebeşirle çizdiği annesinin fotoğrafına sarılarak uyuyan bir Suriyeli çocuğun acısından daha kıymetli kabul ediliyor da ondan...
Evet çocuğum, evet!
Üzerimize yağan bombalardan kucağımızda ve açlıkla yoğrulan midemizden kalbimize bir tek o kalmıştı…
En son acılarımızı da satın aldılar o vicdanlarını mumyaladıkları dolar parçalarıyla…
Hani bana sordun ya evladım ‘Dünyayı ayağı kaldırmak bu kadar kolaysa ben ölürken neden sustular?’ diye…
Çünkü onlar için, silahın tetiği kendi parmaklarının ucunda olduğu sürece ölüm yalnızca bir kişi eksilmektir evladım.
Çünkü onlar yalnızca kendi saltanatları için yaşarlar evladım. Senin kıyıya vurmuş bedenini birkaç gün gazetelerine kapak yaparak vicdan muhasebesinden yırttığını sananlar, üç kuruş kaybettikleri için kafalarını gökyüzünden manzara çalan binalarının içinde duvardan duvara vururlar.
Ta ki hepsi ölüm onların kapısına dayanana kadar!
Ne zaman ki Allah’ın her insana haber verdiği ölümü burunlarının ucunda gördüler, ne zaman ki virüs tehlikesinin yalnızca acımadan kıydıkları masumları değil de cepleri para dolu lacivert takımlı limuzin çocuklarını da öldürdüğünü gördüler işte o zaman dünyayı ayağa kaldırmak geldi akıllarına…
Şimdi hepsi dünyada ilk defa insanlar topluca ölüyormuş gibi, ilk defa çocuklar babalarına elveda demeden toprağa veriliyormuş gibi, ilk defa anneler çocuklarına sarılamadan kapılar ardında kilitli kalıyormuş gibi neye uğradıklarını şaşırmış durumdalar.
Halbuki sen evladım…
Bedenin kıyıya vurmadan evvel öpememişti baban alnından, annen son kez dokunamamıştı avuçlarına ve son kez elveda diyememiştik sana…
Aslına bakarsan ölüm kötü bir şey değil evladım. Bizim için ölüm hakkımızı zalimlerden alacağımız güne doğru koşmaktır!
Onlar için ise ölüm çok sevdikleri dünyadan, paradan puldan, maldan ve mülklerinden ayrılmaktır!
Sen bana sordun, ben sana anlattım evladım.
Şimdi onlara soruyorum!
Sahi söylesenize, hangisi daha tehlikeli?
Milyonlarca insanı bir masanın etrafında ağızlarından çıkan iki kelimeyle katleden küresel güç sahibi iki ayaklı kan emiciler mi, yoksa birkaç ay sonra aşısı bulunacak olan koronavirüs mü?
Cevabı içinize dert, sizler ise Allah’a emanet olun…