Aliyev'e bunu söyletmediğin için teşekkürler Erdoğan

Size en basitinden bir hadise ve iki beyanat aktardım. Azerbaycan Türkiye ilişkileri işte bu gibi ihanetler ve yüz karalarıyla lekelenmiş durumdaydı...

Muhammet Affan Polat muhammetaffan@nethaber.com

Yıl 1945…

454 kişiydiler.

Hava puslu ve ölüm kokusu her yeri sarmıştı.

Rus ayısından kaçan 454 Azeri Türkü Boraltan Köprüsü’nden geçmeye niyetlenmişti.

Arkalarına bakıp çaresizce birbirlerine şöyle dediler:

‘’Burada bize ölümden başkası yoktur. Varalım gardaş Türkiye’ye sığınalım. O gardaş ki kapısını çalan Yahudi’ye dahi sırtını dönmemiş. O gardaş ki Rusların ’Verin yoksa bedelini cephede ödersiniz!’ dediği Macarları dahi iade etmemiş. Biz ki kendi öz canından, kanından din gardaşlarıyız. Yüz çevirecek halleri yok ya…’’

Vakit kaybetmeden yola revan oldular. Aras Nehri’nden umuda koşar gibi geçtiler.

Meşakkatli ve endişeli bir yolculuğun ardından kendilerini Türkiye sınırlarından içeri attılar. O anda hepsi de içlerinden ‘’Çok şükür… Kurtulduk…’’ deyivermişlerdi.

Köprünün bizden yana tarafında 454 Azeri Türk’ünü askerler karşıladı. Ay yıldızlı üniformayı uzaktan gören 454 Azeri Türkü, bir yandan şükrediyor bir yandan da boyunlarına sarılmak için adımlarını hızlandırıyordu.

Gelen bu kalabalık kafileyi gören bir asker koşarak karakola girdi. Komutanı bulup derhal vaziyeti anlattı:

‘’Komutanım! Köprünün öteki tarafından büyük bir kalabalık bize yaklaşıyor. Emriniz nedir?’’

Karakol komutanı vakit kaybetmeden dışarı fırladı. Gelenlerin yanına gidip sordu:

‘’Kimsiniz?’’

Kalabalığın içinden yorgun bir ses sanki son nefesini verirmişçesine cevapladı:

‘’Azeri Türküyüz gardaşım. Moskof mezaliminden kaçmış, hilalin gölgesine sığınmışız…’’

Komutan olup biteni anlamıştı. ‘’Bekleyin…’’ deyip karakola girdi. Yapılması gereken belliydi fakat Ankara’yı haberdar etmesi gerekiyordu.

Telgrafın başına geçip hadiseyi tek tek anlattı. Gelecek talimatın ‘’Ne bekliyorsunuz? Alın içeri gardaşlarınızı…’’ olacağından öylesine emindi ki 454 Azeri Türkü’ne ‘’Öz topraklarınıza hoş geldiniz…’’ demek için can atıyordu.

Aradan uzun bir zaman geçmemişti ki Ankara’dan yanıt geldi.

İsmet İnönü hükümetinden gelen emri okuyan komutan olduğu yerde dondu kaldı…

Komutanı dumura uğratan emir şöyle diyordu:

‘’Ruslar bize sığınan 454 Azeri Türkü’nü suçlu bulduğundan iadelerini istiyor. Derhal elleri bağlı bir şekilde köprüden geri yollayın!’’

Komutan defalarca teyit ettirdi bu emri. Öyle ya bir yanlışlık olmalıydı.

Fakat nafile...

Cevap değişmedi:

''Tez geri yollayın!''

Emir ya bu…

Ah o emri verenin kesileydi dili de kesmeyeydi o emir demiri…

Komutan çaresiz denileni yapacaktı. Yüzü yerde, mahçup bir edayla 454 Azeri Türkü’nün yanına yaklaştı.

Yüzünde öyle bir ifade vardı ki konuşmasına gerek kalmadan herkes olan biteni anlamıştı.

Gardaş topraklarında yaşamanın nasip olmayacağını anlayan bir Azeri Türkü komutanın ayaklarına sarılıp feryad edercesine şu sözleri söyledi:

‘’Ah komutan! Şu köprünün ardı Rus’tur... Elleri tetikte bizi beklerler. Boraltan’ı geçmeden bizi mermiye dizerler. Anladık ki açmazsınız kapıları. Madem öyle vurun bizi burada. Öz vatanımız da ölelim de vermeyin bizi kafirin eline…’’

Hayat değil ölüm isteyen bu sözler dahi karşılık bulmadı. Kovarcasına, elleri bağlanmış bir halde köprüye atıldı 454 Azeri Türkü…

Ortalıkta hakim olan sessizlik 454 Azeri Türkü’nün Boraltan’ın taşlarını döven çıplak ayaklarının sesiyle bozuldu.

Boraltan Köprüsü 454 Azeri Türkü’ne mezar olmaya hazırlanıyordu…

Yürüdüler…

Yürüdüler…

Ve ilk mermi patladı bir Rus askerinin silahından.

Derken iki…

Üç…

Dört…

454 Azeri Türkü bir bir yere devrildi...

Hadiseyi gören karakol komutanı ihanetten farksız bu emri ifa etmenin verdiği vicdan azabıyla oracıkta intihar etti.

Bu yüz karası ihaneti bir Azeri türküsü şöyle kazıdı hafızalara:

‘’Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,

Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.

Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,

Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.

Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,

Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.’’

Bu elim hadise yıllar sonra Türk milletinin tarihinde gardaş Azerbaycan’a karşı edilmiş en büyük ihanetin vesikası olarak yüzümüzdeki kara lekeye dönüştü…

Lakin yüzümüzü karartan hadiseler bununla da sınırlı kalmadı.

Azerbaycan’ın Türkiye’den her daim övgülerle bahseden ikinci Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey; Hocalı'da soykırım yaşanırken, eski Türkiye'nin o dönem Azerbaycan'ı nasıl yalnız bıraktığını şöyle anlatıyor:

"Türkiye'den Hocalı'daki kadınları ve çocukları kurtarmak için 4 tane helikopter istedim, vermediler. Ben daha ne isteyeceğim?"

Elçibey başka bir röportajında ise yüzümüzü karartan bir başka hadiseyi şöyle anlatıyordu:

 "Türkiye'den 200 milyon dolar kredi istedik, vermediler, İran verecekti, istemedim." 

Bu sefer ihanetten farksız bu sırt dönüşün ardındaki isim ise Süleyman Demirel'di...

Size en basitinden bir hadise ve iki beyanat aktardım. Azerbaycan Türkiye ilişkileri işte bu gibi ihanetler ve yüz karalarıyla lekelenmiş durumdaydı...

Bugün geldiğimiz noktadaysa Azerbaycan’ın işgalci Ermenistan’a karşı en büyük destekçisi Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan…

Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik sivilleri hedef alan saldırıları başladığı günden bu yana Erdoğan liderliğindeki Türk makamları, Azerbaycan’a ve Azerbaycan ordusuna bütün desteğin şartsız olarak yine Azerbaycan’ın istediği şekilde verileceğini söyledi.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev bu dostane yaklaşımı kardeşlik gereği kabul ederek teşekkürlerini iletti.

Fakat Aliyev, geçmişte yaşanan ihanetleri göz önüne alarak şöyle de diyebilirdi:

‘’Şifa istemem balından yeter dikenin batmasın…’’

Demedi…

Dese hakkı mıydı?

Hakkıydı.

Empati yapıp düşünelim. Biz Azerbaycan ordusundan böyle bir ihanete maruz kalsaydık bugün yardım taleplerine, ‘’Gelmez olsun sizden öyle yardım!’’ demez miydik?

Derdik…

İşte İlham Aliyev’e ve Azerbaycan halkına bu ihanetlere rağmen Türkiye’yi dost bildiren, gardaş saydıran adamdır Recep Tayyip Erdoğan.

Buradan tarihe not düşmek adına diyorum ki:

‘’Türkiye’nin milli duruştan uzak isimlerince yüzüne nakşedilmiş kara lekelerini temizleyerek bu devleti, milletin asli hüviyetine ve ecdadına yakışır bir şekilde temsil eden Recep Tayyip Erdoğan’a bu milletin bir ferdi olarak teşekkürü borç bilirim.’’

Vesselam...