Suskun prens sessizliğini bozdu

Eğer uzlaşma sağlanabilseydi millet ittifakının cumhurbaşkanı olmayı kabul eden Sayın Gül, neden kuruluşunda bu kadar çok emek harcadığı partinin Cumhurbaşkanı adayı olmaz?

Kazım Köse kazimkose@nethaber.com

Ali Babacan, ben bir parti kuracağım, demesinin ardından ilk kez bir televizyon ekranında gözüktü.

Ne dedi diye sorarsanız, çok şey değil.

İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler vs. Tartışmasız bunlar çok değerli kavramlar. 

Sanırım şu anda ülkemizde 60’tan fazla siyasi parti var.

Hangisinin tüzüğünde bu üç söylem eksik ki. Açıkçası ben somut şeyler bekliyordum.

Mesela partinin siyasi görüşü ne?

Bir ay içerisinde kurulacağına göre, kurucular kimler?

Nasıl bir dış politika izleyeceksiniz?

Hepsine ortak cevap, çalışma grupları var onlar karar verecek.

Abdullah Gül’le partinizin ilişkisi nasıl olacak?

Cevap, 15 günde bir görüşüyoruz fakat, partimizin dışında.

Bu kadar sıklıkla görüştüğümüze göre, neden dışarıdaki?

Ayrıca, Cumhurbaşkanı adayımız olmayacak, söylemi ne kadar gerçekçi?

Eğer uzlaşma sağlanabilseydi millet ittifakının Cumhurbaşkanı olmayı kabul eden Sayın Gül, neden kuruluşunda bu kadar çok emek harcadığı partinin Cumhurbaşkanı adayı olmaz?

Bence bu ve benzeri bir çok soru ve çelişki, cevaba muhtaç.

Sayın Babacan’ın en somut sözleri ekonomi alanında oldu.Ama orada bile bir doyuruculuk söz konusu değil.

Amerika ve Avrupa Merkez Bankalarının bilançoları beş-altı kat artmış.

Buda paranın bol olduğuna işaretmiş.

Tamamda, bu durum Merkez Bankalarının zenginliğinin değil, dünya ekonomisinin zorda olduğunun işaretidir.

Özetlersem, Sayın Babacan bir futbol takımını anlatmaya kalktı fakat, bu futbol takımının futbol takımı olmasının ötesinde hiçbir özelliği dillendirilmedi.

Takımın oynadığı lig neresi?

Futbolcuları kimler? 

Hangi forma renklerine sahip?

Bu ve benzeri birçok soru cevapsız.

Net olarak anladığım iki şey var.

Birincisi, Sayın Babacan özellikle gençleri hedefliyor.

İkincisi, Türkiye’ye yeni bir siyasi üslup getirecek.

Evet üslubu biraz eleştirildi ama, bence eleştiriler haksız.

Evet, ülkemizde Erdoğan tarzı liderlik tuttu.

Fakat Sayın Erdoğan halen siyasette ve başarılı iken, taklitlerinin başarı şansı yoktur.

Kendi kendime şu soruyu soruyorum.

Sayın Babacan’ın konuk olduğu Teke Tek programını beğendin mi?

Evet, beğendim ama daha fazla Fatih Altaylı’yı.

Kocandır hem sever hem döver.

Muharrem İnce kumpası herkesin " Tıp oynama " kararı almasıyla biraz duruldu.

Efendim gerekçe neymiş?

"Kol kırılır yen içerde kalırmış."

Kolu biliyoruz, kırılmayı biliyoruz ama, yen nedir bir de ona bakalım.

Kısaca giyisinin kol kısmı diyebiliriz.

Hadi şimdi bu deyime bir daha bakalım.

Kolun kırığını elbisenin kolu saklar.

Saklamasın arkadaş. Elbisenin kolu yırtılıp kırık tedavi edilsin.

CHP’nin bir önceki genel başkanı Deniz Baykal değil miydi?

Evet Deniz Baykal CHP’nin ikinci kurucu başkanıdır.

Sayın Baykal kaset kumpasıyla görevini bırakmak zorunda kalmadı mı?

Evet hem de çirkin bir şekilde.

Son kumpas CHP yönetimini dizayn etmek için yapılmaya çalışılmamış mı?

 Evet bence hedef CHP yönetimi.

Tamam, kırık yen içinde kalsın, peki, kendi kendisini tedavi etmesi için bıraktığınız kırığın, kırılmayı alışkanlık haline getirip üçüncü kez kırılmayacağının garantisini verebiliyor musunuz?

Elbette ki veremiyorsunuz.

Bakın, bu ülkede kadına karşı şiddetin böylesine  çok artmasının bir sebebi de ne biliyor musunuz?

Türkiye’de 2000’li yılların başlarına kadar, koca şiddetinden karakola giden kadınlar, "Kocandır hem sever hem döver" deyip evine gönderiliyordu.

Sonuç, kadın cinayetleri.

İlk kez İBB  Başkanı gibi.

İki akşamda çok konuşulan iki siyasetçiyi ekrana çıkarmak herkesin harcı değildir.

Ayrıca, Fatih Altaylı’nın programına katılmakta herkesin harcı olmamalı.

Neden mi?

Eee,  adam ağzına geleni soruyor.

Herhalde Türk siyaset tarihinde Ekrem İmamoğlu gibi ayağının tozunu bile silmeden bu kadar çok eleştiri alan başka bir belediye başkanı yoktur.

Peki, eleştiriler haklı mıydı?

Kesinlikle.

Çünkü Sayın İmamoğlu bugüne kadar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş siyasetçi portresi değil, bu makamı ilk fırsatta Cumhurbaşkanlığına sıçramak için sıçrama tahtası olarak gören siyasetçi imajı çiziyordu.

Elbette ki bir takım makamlara göz dikmek yadırganmamalı.

Zaten yadırgananda bu değildi.

İnsanlar şunu söylüyordu. Sen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildin.

Önce bunun hakkını vererek İstanbulluya hizmet et.

İşte Sayın İmamoğlu Teke Tek’te tam da öyleydi.

Konusuna hakim, bir şeyler yapmak için uğraşacağa benzeyen acar Belediye Başkanı gibi, programda özetle iki konu dikkatimi çekti.

Birincisi yurtdışından sağlanan veya, sağlanması planlanan krediler. 

İkincisi, Kanal İstanbul hakkındaki görüşleri.

Eğer Türkiye için bir asrın projesi olacaksa, bence oda Kanal İstanbul’dur.

Ayrıca, bundan 100 yıl sonra halen insanların aklında kalmış bir Belediye Başkanı ismi olacaksa, o isimde Kanal İstanbul’a imza atan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olacaktır.

Kaynak bulunabilir mi? Kesinlikle.

Hiçbir krediye ihtiyaç duyulmadan. Nasıl mı?

Proje hisseleri halka açılsın, ilk kazma vurulmadan %50’si toplanır.

Gerisi de çıkan hafriyat toprağından zaten gelecektir.

Sayın İmamoğlu, ben bir inşaatçıyım.O hafriyattan gelir elde edilemez diyor.

Bir hafriyatçı olarak ben de diyorum ki, evet gerçekten hafriyatçıyım, o hafriyattan bal gibi gelir elde edilir.

Özetlersem, sanırım, Ekrem İmamoğlu’nu Fatih Altaylı’nın programından sonra sadece ağaçların yaprakları değil insanlarda alkışlayacak.