Nethaber Mobil Uygulama
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Amerikalı yazar Ernest Hemingway'ın İspanyol iç savaşı'ndan bir kesiti anlatan "Çanlar kimin için çalıyor" romanı, ülkemizde "ışıklar yanıyor" dendiğinde bana hep aslında kim kaybediyor la, aslında kim kazanıyoru sorgulattırır.
Geçtiğimiz Salı akşamı Anayasa Mahkemesinin bir aklı evvel üyesi attığı tweetle Türkiye'nin gündemini altüst etti. Bence Kanarya Severler Derneğinin dahi üyesi olmaması gereken bu şahıs tweet'inde, "Işıklar yanıyor," deyip AYM binası’nın işıkları yanan fotoğrafını paylaştı.
Gelen tepkiler üzerine tivitini silen Engin Yıldırım, ışıktan kastım şuymuş, buymuş vs. anlayacağınız bir sürü zırva.
Bir tek, "Yahuu bizim oğlan yanlışlıkla atmış," demedi. Bu ülkede, Genel Kurmay binasında ya da önemli bir binada, "Işıklar yanıyor" dendimi, bunun yalnız ve yalnız, sadece ve sadece tek bir tane anlamı vardır.
Engin Yıldırım dahil herkes biliyor ama ben yinede söyleyeyim, oda "Darbe imasıdır." Engin Yıldırım bunu bilemeyecek kadar cahilse zaten başka hiçbir şeye bakılmadan o koltuğu terk etmesi gerekir.
Batı Afrika’da büyücü kahinler suç işleyenlerin evlerinin önünde çan çalarak onların suçluluğunu ilan edip manevi bir ceza verirdi.
Yani çanların çalması = ceza.
Nobel ve Pulitzer ödüllü Amerikalı ünlü yazar da sanırım bundan yola çıkarak 1940 yılında bir olaya mercek tutarak İspanyol iç savaşının anlamsızlığı‘nı anlattığı romanına, "Çanlar kimin için çalıyor" ismini verdi.
Keyif alarak okuduğum romanın bana göre ana fikri şu, başkalarına ödetmek için uğraştığınız fatura, hiç istemeseniz de hatta farkına dahi varmadan üzerinizde kalabilir.
Diğer söylemle, bir çan çalıyor ama kimin için o belli değil.
Benim ülkemde siyaseti sadece siyasetçiler yapmaz.
Benim ülkemde siyaset yapmasında sakınca olmayanlardan vazgeçtim, normal şartlar altında, hatta anormal şartlar altında dahi siyaset yapmaması gerekenler siyaset yapıyor.
Öyle ki, aşa tuz misali her yere bir tutam siyaset. Ezelinden beri TÜSİAD işine geldiği zaman Barolar ve Tabipler Birliği, 15 Temmuz’a kadar Türk Silahlı Kuvvetleri... Anlayacağınız liste uzayıp gidiyor.
Oysa herkes kendi işini yapsa hem onlar kazanacak hem de memleket.
Madem bugünün konusu Anayasa Mahkemesi o halde yüksek mahkeme özelinde açıklamaya çalışayım.
Bakın bir kurumu saygın, güvenilir, inanılır yapan o kurumda hizmet veren insanların uzun süreli tutumlarıdır. Başka söylemle, o kurumdan insanları, insanların tutum ve davranışlarını çıkartın geride yalnızca bir bina ve tabela kalır.
O tabelaya ne kadar, yüksek, yazarsanız yazın kamuoyu nezlinde yüksekliği mensuplarının yaptığı veya yapmadığı icraatlarla sınırlıdır. Yine aynı şekilde tabelaya kırmızı harflerle dahi, "Türk" yazsanız milliliğinizin inandırıcılığı ancak ve ancak milletin algılıyabildiği düzeydedir.
Çok partili döneme geçildikten sonra her on yılda bir, demokrasi, hukuk, insan hakları, terör denilerek ışıklar yakıldı. Sonra ne oldu?
Darbe destekçisi siyasetçiler, darbeye medya yoluyla zemin hazırlayan gazeteciler, omuzlarındaki yıldızları memleketi için parlamayan güzide kurumun, güzide olmayan mensuplarına yardakçılık yapan, gaz lambası kadar aydınlığı olmayan sözde aydınlar, yıllardır darbeci yada darbe şakşakçılığını utanç rozeti olarak yakalarında taşıdılar.
Bundan sonra taşımıycaklar mı? Elbetteki taşıyacaklar, hemde halk nezdinde reddi mümkün olmayan miras yoluyla torunlarına dek.
Yani utanç rozeti evladiyelik.
Işıkları yakanlar, ışıkların yanmasından mutlu olan kurum ve kuruluşlar, yanan ışıkların geçici imkanlarından faydalanmaya çalışan sözde aydın veya değirmenlerinin suyunun kaynağı belli olmayan yazar çizerler ve bir şekilde yanan ışıklardan medet uman kişiler, sorum sizlere.
Bütün samimiyetinizle bir düşünün, aslında "Işıklar kimin için yanıyor?"
Yada Ernest Hemingway'ın romanında sorduğu gibi, "Çanlar kimin için çalıyor?"