Küçük Emrah İmamoğlu

Yalan zekâ işidir, dürüstlük ise cesaret. Eğer zekân yetmiyorsa yalan söylemeye, cesaretini kullanıp dürüst olmayı deneyeceksin

İ.Emre Gümüş emre@nethaber.com

Ekrem İmamoğlu’nun siyasette, adını daha fazla duyurabilmesi için kendisini şahlandıracak bir hikâyeye sahip olması gerekiyordu.

Mesela hapis yatmamıştı.

Mesela çileli yollardan geçmemişti.

Mesela parasız kalmamıştı.

Mesela siyasetten uzaklaştırılmamıştı.

Mesela arkasından bıçaklanmamıştı.

Mesela…

Kısacası bir hikâyesi yoktu.

Onun ihtiyacı vardı.

Birileri de ona bu hikâyeyi sen yazamıyorsun biz senin yerine giriş gelişmeyi hazırladık.

Kaymağı sürdük.

Sonucunu sen ye dediler.

Bu iş Ekrem İmamoğlu’nun hoşuna gitti.

Dur bakalım, bir de ben kendim deneyeyim, nasıl olacakmış bu iş dedi.

Önüne fırsat çıktı.

Deprem toplantısına çağırılıp çağırılmadığıyla alakalı soruya Küçük Emrah misali cevap verdi.

Türk halkını yine avare yerine koydu.

Bakın orada toplanıyorlar beni çağırmaya tenezzül bile etmiyorlar mesajı vermeye çalıştı.

Hangi dünya ’da üst kademe çağırılmadan alt kademe çağırılır?

Allah aşkına cevap verin kardeşim.

Bakan Soylu bu açıklamaların ardından “Masada yeri bile hazırdı.” Dedi.

Mağdur edebiyatı yine boşa çıktı.

Unutmayın Sayın Başkanım İstanbul ağır geldiyse istifa etmekte bir hizmettir.

Hülasa

Yalan zekâ işidir, dürüstlük ise cesaret. Eğer zekân yetmiyorsa yalan söylemeye, cesaretini kullanıp dürüst olmayı dene…

 BEN BURAYA NASIL ÇIKTIM

Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım, bunu izah'a gerek yok, gördünüz yürüdüm. Çıktım ama çıkmamış ta olabilirim çıkmışsam çıkmışımdır çıkmamışsam çıkmamışımdır görünen köy Uzakta değildir.

Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır, sahi yaa ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı ulan beni buraya?

Gelin size geç kaldığım buraya çıkma hikâyemi anlatayım.

Üniversite birinci sınıftaydım. Ders çıkışı henüz yeni samimiyet kurduğum bir arkadaşım sertifika veren ‘yazar okulu’ eğitim programına katılacağını söyledi.

Hemen beni de kayıt et oraya dedim. Kayıt oldum ve serüvene başladım.

İstanbul’u ilk defa faydalı bir şey için kullanacaktım. Meğer hayatımın dönüm noktasındaymışım da farkında değilmişim.

Altı haftalık eğitimi Gazeteci Süleyman Özışık ve Televizyon programcısı Veyis Ateş veriyordu.

Yanlış anlaşılmasın yazı yazmayı, kalem tutmayı biliyordum.

Evinde canı sıkılan teyzelerin belediye konferans veriyormuş, hadi katılalım bir değişiklik olur, iyi olur ya diyenlerden değildim.

Oraya gerçekten bir şeyler öğrenmek için gittim. Eğitimler başlamıştı. Sürekli yazı yazıyor, herkesin önünde yazdıklarımız okuyor, eleştirileri bire bir duyuyordum.

Kendimi geliştirmemek için hiçbir neden yoktu.

Bir yandan sektörü öğreniyorum bir yandan da çevre ediniyordum. Çok güzel dostlar, abiler biriktiriyordum.

Yazar Okulu’ndan mıdır nedir bahtım açılmıştı. O sıralar katıldığım bir şiir yarışmasının sonucunu bekliyordum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesinden aradılar ve dediler ki şiiriniz ödüle layık görülmüştür. İlk önce Sayın Özışık’la paylaştım. Benden daha mutlu olmuştu.

Programın sonunda, sertifikanı almadan önce bize oranın neler kattığını anlatan bir yazı yazmamız gerekiyordu.

O sıralar çok yoğundum herhangi bir şey yazamadım. Dedim şiirimi okuyayım bari ayıp olur…

İyi ki o gün o şiiri okumuşum.

Sahneye çıktım şiiri okudum, tebrikleri aldım ve Veyis Ateş kulağıma fısıldadı.

Ben bu şiiri programda okuyabilir miyim?

Gurur duyarım dedim. Ben öylesine söylemiştir diye düşündüm.

Yanlış düşünmüşüm. Hiç de öyle olmadı. Şiiri, Afrin için çekilen özel bir programda seslendirdi.

Benim için harikulade günlerdi…

Eğitim bitti.

Samimiyet ve muhabbet bâki kaldı.

Gel bizimle yola çık dedi. Koşarak geldim.

İnandığım davayı, her ne olursa olsun kimsenin ırkına, diline, dinine hakaret etmeden, hak olan neyse onu savunmak için bu genç yaşımda buradayım.