Nethaber Mobil Uygulama
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
Nethaber mobil uygulamasını denediniz mi?
1990 yılında sınavda başarılı olmuştum ve Elazığ Anadolu Lisesini kazanmıştım. Çok başarılı bir okuldu. Her yıl Türkiye derecesi yapanlar çıkardı. Bugün dünyanın dört bir yanında Elazığ Anadolu Lisesi mezunu olan akademisyenler var, en önemli kurumlarda çalışan insanlar var.
Ortaokul kısmından sonra lise ikinci sınıfta sözel veya sayısal tercihler yapılırdı. Ben ortaokuldan itibaren hukuk fakültesine gitmeyi kafama koyduğum için sözel bölümü tercih etmiştim.
Bizim dönemde 3 sınıf vardı. Sözel sınıfı tercih edenler bir sınıf olmuştu. Aklımda kaldığı kadarıyla sözel sınıfta öğrenci sayısı yirminin üzerindeydi. Yarısı Alevi kökenliydi yarısı da Sünni.
O güne kadar Alevi Sünni ayrımının hiç olmadığı, herkesin birbirini kardeşlik hukukuna bağlı olarak sevdiği bir arkadaşlığımız vardı.
Sözel sınıftayken İnan isminde bir arkadaşımız vardı. Kendisine Alevi arkadaşlarımızın koruyuculuğu rolünü vermişti.
Siyasi tartışmalar olurdu sınıfta ama asla Alevi Sünni ayrımı olmamıştı. Bu arkadaşımız yavaş yavaş sınıfta gruplaşmalara neden olmaya başlamıştı. Sınıfın huzuru bozulacak gibiydi.
Derken bir gün olan oldu ve bardak taştı. İnan’la karşı karşıya gelmiştik. Okulun tam yanında Devlet Hastanesi vardı. Okul çıkışı klasik ergen delikanlı tripleriyle hastanenin bahçesine gittik! Kozlarımızı paylaşacaktık!
Hastanenin bahçesine gidince konuşalım dedi. Hafif vukuatsız kabadayı edasıyla konuşacak bir şey mi bıraktın, sürekli huzurumuzu bozuyorsun, ayrım yapıyorsun, madem konuşacaktık buraya neden geldik dedim demesine ama benim de niyetim kavga etmek değildi!
Neyse, oturduk. Bana tam olarak şunları söyledi:
“Bugün bana vursan da sana elim kalkmaz. Biz bu sıralarda asla sesimizi çıkartmayız, çıkartmayacağız. Ama üniversitede karşıma çıkarsan seni vururum!”
O sözleri hiç unutmadım. Biz daha çocuktuk! Böyle bir nefretle nasıl büyümüş olabilir diye kendi kendime sorduğumu hatırlıyorum.
Elazığ’ın değil, Doğu Anadolu Bölgesinin en iyi okulunda okuyordu. Nefret besleyeceği hiçbir şey yaşamamıştı ki!
O daha bir çocuktu.
*****
Başak isminde bir arkadaşımız vardı. Sınıfın maskotuydu. Herkes çok severdi. Çok sessiz, hanım hanımcık bir arkadaşımızdı. Her nereye gidersek Başak hep bizimleydi. Herkes Başak’ı çok severdi.
Başak’ın siyaset konuşmasını geçtim, ne fikrini bilirdik ne de bir güne bir gün merak etmiştik. Çünkü Başak bizim kardeşimizdi.
Sonra Başak ODTÜ psikolojiyi kazandı. Bir arkadaşımız tesadüfen Ankara’da Başak’la karşılaşmış. Birbirlerine sarılmışlar. Başak şöyle demiş:
“Bugün filanın protestosu var. Gözaltına alınmazsam mutlaka görüşelim!”
Duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Başak’a başbakan kim diye sorsanız bir çırpıda söyleyememeliydi! Bizim Başak böyle biriydi.
Yeşil parkalı Başak!
*****
İşte Ebru Timtik’i sözel sınıfa geçince, sebebini bilmediğim, anlamadığım, asla da anlayamayacağım bir nefretle yetişenlerin arasında tanıdım. Çok az süre aynı sınıfta kaldık. Siyasi meselelerde konuştuğunu hatırlıyorum. Şiir okurdu. Heyecanlı bir çocuktu.
Sonra ben okul değiştirdim. Öğrencilerinin %90’ı Alevi olan bir okula gittim. Aleviler beni çok sevdi, ben de onları.
Tüm hayatım boyunca insanları mezheplerine, dillerine, etnik kökenlerine göre değerlendirmedim. Meslek hayatımda Alevi kökenli müvekkillerimle çok iyi anlaştım. Sayısız Alevi arkadaşım oldu. Hepsini de çok sevdim. Aklımda Alevi kökenli insanlara dair hiçbir kötü anım yok…
Aradan yıllar geçti. Geçtiğimiz hafta liseden eski bir arkadaşım aradı. Ebru Timtik ismini hatırlıyor musun dedi. Çıkartamadım. Ölüm orucundaki avukat haberini görünce hatırlamış.
İnternete girdim, ismine baktım. Yüzünü görünce hatırladım.
Çocuk yaştaki İnan’ın içindeki nefretin sebebi neydi?
Üniversitede karşılaşınca beni neden vuracaktı?
Başak neden üniversiteye gidince düzenli olarak gözaltına alınmaya başlamıştı?
Ebru’yu ölüm orucuna götüren hayat hikâyesi ne olabilirdi?
Evlerinde, mahallelerinde ne yaşadıklarını bilemem ama dönemin en iyi eğitimini aldıklarına, asla ayrıma tabi tutulmadıklarına, kimliklerinden dolayı kimsenin kendilerini ötekileştirmediğine şahidim.
Hatta hocalarımız bu arkadaşlarımız yanlış anlayıp da üzülmesin diye hepsine daha bir özen gösterirdi.
Sonra bu hafta Ebru ölüm orucunda öldü. Ben en son kendisini gördüğümde çocuktu. Aklımdaki çocuğu ölüme sürükleyen sebepleri anlamamı kimse benden beklemesin.
Hastane bahçesinde bana üniversitede karşıma çıkarsan seni vururum diyen bir çocuğu nefretle dolduranları Allah kahretsin!
Hiçbir şey yaşamamışlardı. Gerekçe sunacakları tek bir acıları yoktu. Onlar sadece çocuktu. Kim bu “çocukları” nefretle dolduruyordu?
DHKP-C artıklarına kahraman lazım. Üç gün slogan atacaklar. Hücrelerine Ebru’nun fotoğrafını asıp yeni Ebruların beyninin yıkayacaklar.
Sloganların esiri olmuş aklın vicdanı olabilir mi?
Viva la muerte!
Ölüme giden bir haykırışa kulak vermek lazım diyorlar. Öldüren bir nefretin ölümsüz kıldığı şehitlerimizi unutturduklarını zannediyorlar!
Şehit Savcımız Selim Kiraz’ın suçu neydi?
Bir ailesi vardı. Eşi, çocukları…
Viva la muerte!
Yaşayacak olan ölüm değil, ölümsüz olan şehitlerdir!
Şehit Selim Kiraz’a ölü demeyin, çünkü şehitler diridirler, rızıklanırlar. Fakat bizler farkında değilizdir.
Ebruların hayatını nefrete dönüştürenleri görmeden slogan atan devrimci arkadaş!
Hangi acı bir gün sıra arkadaşlarını vuracak nefrete dönüşebiliyor?
Ben kimseyi vurmak üzere yetiştirilmedim! Hücre evlerinde devrimcilik oynamadım! Bu ülkenin, bu vatanın, bu bayrağın aleyhine hiçbir kişi ve oluşumun peşinde koşmadım.
En son Ebru sadece bir çocuktu! Aynı sınıftaydık. Aklımda öyle kalsın istiyorum.
Sizin bildiğiniz Ebru’yu ben tanımıyorum!