Kovid 19'da aşı müjdesi Ankara'dan! İnsan denemelerine başlanacak
Türkiye'de ilk kez bir Kovid-19 aşı adayı, insanlarda denenmeye başlanacak.
10 yıl önce, başka bir proje için geliştirilen yapay akciğer modeli ile azot tankında dondurularak bekletilen akciğere özel bağışıklık hücrelerinin 'uyandırılarak', Kovid aşısı araştırmasında kullanılması, projede hızla yol kat edilmesini sağladı.
Böylece, hem ilk sonuçları, hem de etkinliği açısından dünya devlerinin Kovid-19 aşısında elde ettiği başarıya Ankara'da da ulaşıldı. Her şey yolunda giderse yıl sonunda hazır olması hedeflenen yerli Kovid aşısı, burundan uygulanacak ve dünyada ilk kez bir aşının ek içeriğinin belirli bir süreliğine de olsa tedaviyi destekleyici özelliği de olacak.
Sanayi Bakanlığı'nın, Kovid 19 salgınının Çin'de ortaya çıkmasının ardından Şubat ayı sonlarında Türkiye'de aşı geliştirmek için özel sektör ve üniversitelere çağrı yapması ve Sağlık Bakanlığı'nın da yönlendirmesiyle yerli koronavirüs aşısı geliştirmek üzere bir bilim ordusu kuran Nanografi A.Ş. ve aşı ekibi, 5 aydır büyük bir gizlilik içinde yürüttükleri aşı çalışmalarının detaylarını ilk kez Demirören Haber Ajansı (DHA) ile paylaştı. Kamu ve özel sektör desteği ile üç üniversiteden bilim insanlarının geliştirdiği aşının gönüllü insan denemeleri için gerekli başvuruları da yapıldı. ODTÜ, Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi gibi Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden kimya, genetik, biyokimya ve tıp alanlarında her biri önemli çalışmalara imza atmış akademisyenlerden oluşan 40 kişilik ekip, Kovid 19'a çare olacak aşıyı geliştirmek için gece gündüz çalıştı, hayvan ve bağışıklık hücresi deneylerini tamamladı. Çalışma sonuçlarını içeren dosyalar ve detaylı raporlarla etik kurul onayı için başvurusu yapılan aşı çalışmasında, maymun denemeleri ile eş zamanlı olarak insan denemeleri de yürütülecek.
"10 YILDIR UYUYAN YAPAY AKCİĞER HÜCRELERİNİ
UYANDIRDIK"
Yerli Kovid aşısı ekibinde akciğere özgü insan bağışıklık hücreleri
deneylerini yürüten Ankara Üniversitesi Tıp Fakütesi İç
Hastalıkları Bölümü Fizyopatoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr.
Nuray Yazıhan, çalışmanın temellerinin ODTÜ Kimya Bölümü
laboratuvarlarında atıldığını anlattı. Yazıhan, "Aşının ilk
formülasyonu orada yapıldı ve onların dizaynı seçildi. Bağışıklık
sistemi konusunda daha önce de çalışmalarım olduğu için belli
malzemeler zaten elimizde vardı. Yaklaşık 10 yıl önce Almanya ile
ortak yürüttüğümüz bir projemiz vardı. Bu proje kapsamında akciğer
hücrelerinin hipoksik yani oksijensiz kalırsa, enfeksiyon geçirirse
ya da astım gibi alerjik reaksiyonlarla karşılaşırsa nasıl tepki
vereceğini çözebilmek için yapay bir akciğer modeli çalışmıştık.
Alveol dediğimiz akciğerlerin nefes aldığı bölümleri, laboratuvar
ortamında yapay olarak geliştirmiştik. Kovid aşısı için yola
çıktığımızda, o modeller elimizde hazırdı" diye konuştu.
Ayrıca akciğere özel makrofaj denilen vücuttaki yabancı maddelerin yok edilmesini sağlayan bağışıklık hücreleriyle de çalıştıktan sonra azot tankında dondurarak sakladıklarını anlatan Prof. Dr. Yazıhan, "Yaklaşık 10 yıldır uyuyan bu hücrelerimizi yeniden uyandırdık ve geliştirdiğimiz aşının akciğerdeki etkilerini hem yapay alveol modelimiz, hem de bu hücreler üzerinden anlamaya çalıştık. Bu da çalışmada çok hızlı yol almamızı sağladı. Hayvan çalışmaları ile beraber hücre çalışmalarını da gerçekleştirmiş olduk" dedi.
"VİRÜSLE BULAŞTIĞI YERDE SAVAŞMAYA
BAŞLAYACAĞIZ"
Geliştirilen aşının dünyadaki örneklerden farklı olarak
enjeksiyonla değil nazal yolla yani burundan verilecek şekilde
dizayn edildiğini vurgulayan Prof. Dr. Yazıhan, "Nazal aşılar
genellikle çok tercih edilmiyor. Ama bu virüsü düşündüğünüzde,
enfeksiyonun ilk bulaşma yolu nazal sistem. Burada da mukoza
dediğimiz bir yapı var. Aslında bağışıklığımız için de çok kritik
mukoza yapısı. Hem bir bariyer görevi görüyor hem de hastalık için
ortam oluşturuyor. Bizim yaptığımız çalışmayı dünyadaki
benzerlerinden ayıran ve kritik olan kısmı, aşı formülasyonunu
hangi maddeler içinde verdiğimiz ve nasıl uyguladığımızla ilgili.
Çünkü aşıda en önemli nokta, doğru ve güçlü bir bağışıklık yanıt
oluşturmanız ve aşı uyguladığınız kişiye bir zarar vermemeniz. Tüm
bunların ince ayarlarını biz buradaki çalışmamızda yaptık. Akciğere
özel makrofaj dediğimiz, insan bağışıklık hücreleriyle de çalıştık.
Yani sadece hayvanda tek tip hücre ile değil, hem hayvan
çalışmasını hem de insan bağışıklık hücreleri üzerindeki çalışmayı
bir arada yürüttük ve bu nedenle de sonuca yaklaşmak açısından
oldukça zaman kazandık" şeklinde konuştu.
"DÜNYADAKİ AŞILARA GÖRE BİZİM AŞIMIZIN POTANSİYELİ DAHA
YÜKSEK"
Bağışıklığı uyaran aşı formülasyonlarının yanına ek maddeler olarak
konulan adjuvanların da vücutta aşırı yanıt oluşturmadan
bağışıklığı doğru yönlendirebilmesini sağladıklarının altını çizen
Prof. Dr. Yazıhan, "Bu açıdan baktığımızda, insan denemelerinde de
olumlu sonuçlar alabileceğimizi ve diğer aşılara nazaran bizim
aşımızın potansiyelinin daha yüksek olabileceğini düşünüyorum.
Sonuçların başarısı açısından şu anda gündemde de olan uluslararası
aşı çalışmaları ile aynı noktadayız diyebilirim. Hatta nazal aşı
olması itibariyle alternatifimiz yok. Nazal aşı zor bir aşı ama
diğer yandan da hem uygulama alanı virüsle mücadele açısından çok
uygun, hem de enjeksiyon gibi farklı uygulama yöntemlerine nazaran
etkinliği daha yüksek. Deney hayvanlarımızdaki sonuçlarımız böyle.
Sıçan çalışmalarını tamamlamış durumdayız. Herhangi bir yan etki de
görmedik. Bu, çok önemli. Böyle olduğu için de artık maymun
çalışmalarına başlayabiliyoruz. Klinik çalışmalara yani gönüllü
insan denemelerine geçebilmemiz için etik kurulu başvurularımızı,
dosyalarımızı, raporlarımızı ilgili yetkililere sunduk. Süreç
olumlu devam ederse insan çalışmalarına hazırız" ifadelerini
kullandı.
HAYVAN DENEYLERİNDEKİ İLK SONUÇLAR
Hayvan deneylerinde elde ettikleri sonuçlara göre, geliştirdikleri
aşının yaklaşık bir yıl koruma sağladığı yönünde sonuçlar
aldıklarını söyleyen Prof. Dr. Yazıhan, "Tabii ki sıçanların yaşam
ömrü ile insanların yaşam ömrü çok farklı. Onların haftalık
dönemine göre süreyi hesaplıyoruz. Mesela sıçanlarda gebelik süresi
3 hafta, insanda 9 ay. Yani onlarda yapacağınız 3 haftalık bir
çalışma aslında bizim 9 ayımıza denk geliyor. Bu hayvanlara iki
dozlu aşılama yaptığımızda, yaklaşık 2 ila 4 hafta etkisinin devam
ettiğini gördük ki bu da bir yıllık bir süre demek kabaca. Bu da
gayet iyi bir sonuç. Ama bu bir öngörü sonuçta. Asıl sonuçları
insan çalışmaları yapıldığı zaman göreceğiz" dedi.
"İLK KEZ BİR AŞININ TEDAVİYİ DESTEKLEYİCİ ÖZELLİĞİ DE
OLACAK"
Koronavirüste bağışıklık sisteminin virüsle savaşırken aşırı
çalışması sonucu vücuda da zarar verebildiğine işaret eden Prof.
Dr. Yazıhan, "Hücresel düzeyde lenfosit dediğimiz, daha uzun dönem
kalıcı bağışıklık sağlayan hücrelerde azalmalar görüyoruz Kovid'de.
Bunun önüne geçebilmek için immünmodülasyon denilen (bağışıklık
sistemini düzenlemeye yönelik) bir sistemin doğru yönlendirilmesi
önemli. Bizim şu an çalıştığımız aşının bu özelliği de olacak. Asıl
amaç bağışıklık hücreleri içerisinde yer alan T hücrelerini aşı ile
doğru yönlendirebilmek. Aksi taktirde bu T hücreleri, vücuda zarar
veren bir sistem halini alabiliyor. Eğer siz bu T hücrelerini doğru
yönlendirebilirseniz, hem hastalıkla savaşabiliyorsunuz hem de bu
bağışıklık hücrelerinin bu savaşı daha sonra tekrar hatırlamasını
sağlıyorsunuz ki aynı etkenle karşılaştığında ne yapacağını bilsin.
Bu aşının etkinliğini biz hem doğal katil hücrelerinde, hem T
hücrelerinde, hem de makrofajda denedik. Aslında aşılardan tedavi
edici bir etki beklemeyiz normal şartlarda. Ama bu yönüyle bizim
aşımızın çok uzun süreli olmasa da böyle bir etkisi de söz konusu
olacak. O zaman aşının destekleyici içeriğini hastalığın erken
dönemlerinde immünoterapi tedavilerine ek olarak kullanma imkanı da
doğacak. Dünyadaki çalışmalara baktığımızda, denek hayvanları ve
hücre kültürü sonuçlarımızın onlarla yarışabilecek düzeyde olduğunu
ve en az onlar kadar etkili bir aşı geliştirdiğimizi görüyoruz"
şeklinde konuştu.
"AŞININ FORMÜLÜ BU LABORATUVARDAN ÇIKTI"
ODTÜ Kimya Bölümü'nden Doç. Dr. Görkem Günbaş ise aslında başka bir
araştırma için aldıkları fonla kurdukları laboratuvarda, Kovid
aşısı çalışmalarına katkıda bulunmak için ekibiyle beraber yola
çıktıklarını anlatarak "Biz burada daha çok aşının fikir bazında
öncül çalışmalarını yaptık. Temel mantığımız, virüsün kendisi
olmadan üzerinde olan bir yapıyı, enjeksiyonla değil nazal yolla
vererek vücudu Kovid spesifik bir antikor üretmeye ikna edebilir
miyiz şeklinde oldu. Bu ana fikirle geliştirdiğimiz ana
formülasyonun çıkış noktası bu laboratuvar oldu" dedi.
"HEM BAĞIŞIKLIĞI ARTIRIYOR HEM DE YAN ETKİSİ
YOK"
Doç. Dr. Günbaş'ın laboratuvarında biyokimya alt grubunun takım
lideri olarak çalışan Moleküler Biyoloji Uzmanı Dr. Ahmet Çağlar
Özketen ise Dünya Sağlık Örgütü'nün listesinde Kovid aşıları için 4
senaryonun önde olduğunu belirtti ve "Birincisi zayıflatılmış virüs
aşıları, ikincisi mRNA bazlı aşılar, üçüncüsü 'virus like particle'
dediğimiz virüs benzeri parçacıklar içeren aşılar ve dördüncüsü de
'subunit vaxcine' dediğimiz virüs elementlerinin yani virüsün belli
protein veya DNA ya da RNA parçalarını içeren aşılar. Bizimkisi bu
sonuncu gruba giriyor. Subunit aşılar genelde daha az yan etkili
olması yönünden tercih ediliyor. Aşı formülümüzde, virüsün
insandaki ACE 2 reseptörüne bağlanma bölgesini modifiye ederek
çıkardığımız bir protein var. Buradaki ana hikaye, adjuvan
formülasyonunuz yani aşıya eklediğiniz katkı maddeleri oluyor. Bir
de biz nazal uygulamayı seçtiğimiz için, hem bağışıklığı artırıcı
hem de istenmeyen yan etkileri ortadan kaldıran bir formül denedik.
Bununla alakalı hayvan deneylerinde olumlu sonuçlar aldık. Herkes
belirli ülkelerle anlaşma yapıp onların tesislerini kullanıp büyük
dozajlarda ürün üretmeye çalışıyor. DSÖ'nün tahminine göre 2021
ortalarında aşı çıkacak ama belirli bir süre de sırf aşının
ülkemize gelmesi için beklemek söz konusu olabilir. O yüzden
maliyetli de olsa yerli aşı çalışmalarına geçmek çok önemli"
şeklinde bilgi verdi.
"YIL SONUNA HAZIR ETMEYİ HEDEFLİYORUZ"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın salgınla mücadelede bilimsel
araştırmaların desteklenmesi için özel sektöre de çağrı yapması
sonucu harekete geçen Ahlatcı Holding bünyesindeki Nanografi
A.Ş.'nin, Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Ahlatcı'nın sınırsız
desteği ile bu aşı çalışmasındaki başarıya ulaştığını anlatan
şirketin Genel Müdürü Dr. Osman Coşkun, biyoteknoloji grubu ile DNA
konusunda yaklaşık 3-4 yıldır başarılı olan bir çalışma
yürüttüklerini ve aynı ekiple Kovid 19 aşı geliştirme konusunda
neler yapılabileceğini görüştüklerini anlatarak "ODTÜ, Ankara
Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi'nden bilim insanları ile akademik
işbirliği yaptık. İhtiyacımız olan tüm ürünlerin, proteinlerin daha
önceden elimizde hazır olması çok büyük avantaj oldu. Kovid aşısı
olarak şu anda tüm küresel ilaç firmalarının geldiği noktaya
ulaştık diyebiliriz. Bundan sonraki süreçte yapacağımız
çalışmalarla inşallah yıl sonu itibariyle bu aşı çalışmasını
tamamlamayı hedefliyoruz" dedi.
PATENTLERLE KORUMA ALTINA ALINDI
Dünya Sağlık Örgütü ve uluslararası otorite kuruluşların (FDA, EMA
vb) tavsiye ettiği protokol ve uygulamalar ışığında
gerçekleştirilen AR-GE çalışması sayesinde aşı kliniğe girerse
referans kabul edilen protokolleri de sağladığı için üretim
safhasından sonra ihracatının da kolayca gerçekleşmesi sağlanacak.
Çalışma boyunca kullanılan özgün malzemelerin patent başvuruları
ile koruma altına alındığını ve yakında uluslararası bilimsel
dergilerde yayınlanmak üzere makalelerin de uzmanlar tarafından
hazırlandığı çalışmaya dair bilgiler veren Dr. Coşkun, "Tamamen
yerli ve milli olarak yürütülen bu çalışmada üretim aşamasında da
hiçbir ithal bağımlılığımız olmayacak. Patentleri ile çalışmada
kullanılan malzemeler ve proteinler ile tamamen bize ait olan bir
aşı üreteceğiz" dedi.
SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANLIĞI İLE SAĞLIK BAKANLIĞI
DESTEKLEDİ
Firma olarak asıl ilgi alanlarının nanoteknoloji ve biyoteknoloji
olduğuna dikkat çeken Dr. Coşkun, "Şubat ayında dünyada Kovid
pandemi süreci başlayınca bizim bu konuda çalışma yapmamız için
Sanayi ve Teknoloji Bakanımızın teşviki ve Sağlık Bakanımızın da
desteğiyle girişimlerimize başladık. Bütün süreci, olabildiğince
gizlilik içerisinde yürüttük. Bu yaptığımız çalışma, üniversite,
özel sektör ve kamu işbirliğinin çok güzel bir örneği oldu. ODTÜ
Teknokent'te bizim merkezimiz bulunuyor. ODTÜ akademisyenleri ile
çalışma yaptık, genetik konusunda özellikle. Sonra da Ankara
Üniversitesi'nden yine kıymetli hocalarımıza çalıştık ve Gazi
Üniversitesi bunlar arasında yer aldı. Özel sektör olarak ise
Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Ahmet Ahlatcı'nın bize sınırsız
desteği oldu. ekibimizin ihtiyacı olan tüm ürünleri, dünyanın
neresinde oluşa olsun en hızlı şekilde temin etme imkanı sağladı.
Kamu olarak da özellikle TÜSEB (Türkiye Sağlık Enstitüleri
Başkanlığı) ve TİTCK (Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu)
Başkanlıkları bize çok güzel yol gösterdiler. Kısa zamanda bu
noktaya gelmemizde vesile oldular" ifadelerini kullandı.